"..... ALLAH size güçlük çıkartmak istemez, Ancak O sizi Tertemiz / Ak pak/Arı duru kılmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister, Umulurki şükredersiniz "

20 Eylül 2010 Pazartesi

YIKANMANIN TARİHÇESİ




YIKANMA VE GUSÜL HAKKINDA;
Şimdi gusül abdestine geçmeden önce yıkanmanın tarihçesine de, kısaca değinmek istiyorum. Yazar Sedgwick’e göre; Avrupa ve Amerika tarihlerinin en önemli kısmında, temizliği ”uygunsuz” bir eylem olarak görüp, dini hükümlerle yasaklamışlardı. Normal vatandaşlarının yanı sıra, din adamları ve krallar da, bir ömür boyu yıkanmadan gayet mutlu bir şekilde yaşamışlardı. Aziz Francis ise “yıkanmamış bir vücut dindarlığın işaretidir” diyordu. İspanya Kraliçesi İzabel, hayat boyu sadece iki defa, doğumunda ve gerdeğe girerken banyo yapmış olmakla övünüyordu. Phildelphiya’da bir dönem, bir ay içerisinde, birden fazla banyo yapan kişiler hapse bile atılırmış. Avrupalılar ve Amerikalılar; 20. yüzyıl başlarına kadar müthiş bir pislik içinde yaşamışlar ve birçok insan buna bağlı hastalıklar yüzünden genç yaşta ölmüşlerdi. M.Ö. 1500’lere ait Ebers Papirüsü’nde anlatılanlara göre; Mısırlılar; deri hastalıklarından korunmak için, vücutlarını hayvan ve sebze yağları ile ovup, alkalinli tuzdan elde edilmiş, sabunsu bir madde ile yıkanırlarmış. M.Ö. 1700 civarında, efsanevi Kral Minos için, o dönemin en modern tekniği ile bir küvet yapılmış.
Birçok dönemler de hamamlar yapılmış, ama bu hamamları bazı uyanıklar kötü amaçlı kullandıkları için, birçok kez kapatılıp, açılmıştır. Ortaçağ boyunca Avrupa, bugün sıklıkla söylendiği gibi “1000 yıl yıkanmadan yaşadı”. Daha sonra sadece pazar günlerinde olmak üzere, haftada bir gün yıkanma izini çıkmış. Sadece onlar değil, Yunan ve Romalıların da, gerek özel gerekse genel temizlik anlayışları unutulmuş veya bastırılmış.
Özel ve genel temizlik; İslamiyet ile hayat buldu. Peygamberimizden sonra yeni bir medeniyet kuruldu. Yıkanmayı artık küvette değil de, şarıl şarıl akan temiz su ile yapıyorlardı. Hamam adabına, bütün Müslüman ülkeler özellikle dikkat ediyorlardı. Erkek kadın ayrı yerlerde, gayri ahlaki olmayan kıyafetlerle girip, vücut temizliği yapılıyordu. Haçlı seferleri sırasında bu hamamları tanıyan Hıristiyanlar, ülkelerine döndüklerinde bu fikri Avrupa’da tekrar canlandırdılar, ama yine aynı şeyler oldu. Hamamlar kötüye kullanılınca, teker teker kapatılarak, birkaç yüz yıl daha pisliğe gömüldüler.
O dönem Avrupa’sında güçlü bir yeri olan Türkiye’yi ve Türkleri yakından tanıma şansına erişenler, hamamları yeniden gündeme getirip, kullanmaya başladılar. O günlerde pislik içinde yüzen Avrupalı ve Amerikalı; insan ve hayvan dışkıları ile birlikte yaşıyordu. Kıyafetler mikrop içinde, vücutlar kokuyordu. Salgın hastalıklar peş peşe yayılıyordu. Oysa o dönemde Türk insanı, Akşemsettin sayesinde, mikropların nasıl bulaştığını çok iyi bildiği gibi, hastalıklara karşı aşı bile bulmuştu…
Nuray Hanımın anlattıklarını kadınlar pür dikkat dinliyorlardı. Bu durum Nuray Hanımın çok hoşuna gitmişti. Bir konuyu anlatacağı zaman, önce o konuya cemaatin iyice ilgisini çekmesi gerekiyordu, böylelikle anlatacağı konuyu daha iyi anlayıp uygulayacaklarını düşünüyordu. Konuşmasına ses tonunu değiştirmeden devam etti:
—Neyse şimdi gusülden bahsetmek istiyorum. Cima, hayız, nifas hallerinde; yani guslü gerektirecek bu gibi durumlarda, kadın olsun, erkek olsun vakit geçirmeden gusül abdesti alması gerekiyor. Gusül alırken vücudumuz üryan yani çıplak olduğu için yönümüzü kıbleye doğru değil de, kıbleyi yan tarafımıza alalım: Bu adap gereği yapılan bir davranıştır. Önce taharet ederiz, sonra gusül abdesti almaya niyet ederiz, gerçi gusül için banyoya girmek de bir niyettir ama yine de, dil ile söylememiz uygun olur. Daha sonra ağız içi ve burun içi dâhil olmak üzere bütün vücudumuzun her yerini, kuru yer kalmayacak şekilde güzelce yıkayarak...
Konuşmanın bu sırasında kadınlar kendi aralarında konuşup kaynaşmışlardı. Kadınlardan biri çekinerek:
—Hocam, bizim mahallede bir kadın hoca var. O demişti ki, doğum kontrolü için takılan, spirali olanın cünüplüğü çıkarmaz demişti. Hatta bir kadın ölmüştü yıkamak için oraya gelmişti, kadında spiral olduğunu öğrenince elini sokup cenazeden spirali çıkarmıştı. Bize de cünüplüğün çıkması için elinizi içine sokarak taharet edin demişti. Biz de hocadır, doğrusunu bilir diye hep öyle yaptık.
Nuray Hoca, derin bir of çekerek Rabia Hocaya baktı. Rabia Hoca Nuray Hanımın sinirlendiğini görünce gülümseyerek:
—Valla ben demedim! Diye espri yaptı.
Nuray Hanım meraklı gözlerle bakan kadınlara bakarak konuşmaya devam etti.
—Guslün farzı üçtür! Ağız içini yıkamak, burun içini yıkamak ve vücudun dışını kuru yer kalmayacak şekilde yıkamaktır. Sünnetlerine gelince; ağız içini, burun içini üç kere yıkamak veya namaz abdesti gibi abdest alarak yıkanmayı tamamlamaktır. Bunları bilmiş olsaydınız, sadece ağız ve burun içi deniliyor, başka bir organın içi denilmiyor!
Kadınlardan biri daha söze girdi.
—Hocam, aynı hoca bir de ‘banyo yaparken çıplak olmanın’ büyük günah olduğunu söylemişti.
Nuray Hanım gülerek:
—Peki, o hoca elbise ile mi banyo yapıyormuş? O hoca yanlış anlatmış olabilir. Belki adap gereği etrafımızda bulunan, görmediğimiz varlıklar nedeni ile utanma duygumuzu kaybetmememiz için biraz daha edepli olmamızı söylemek istemiş olabilir. İslam dini zor bir din değildir. İslamiyet, “zorlaştırmayın kolaylaştırın” ilkesi ile hareket ederken, böyle saçma hurafelerle insanları kandırmanın vebali büyüktür. Her âdeti ibadet sanmayın, her duyduğunuza inanmayın, araştırın! Büyük İslam âlimlerinin ilmihal kitapları var, alıp okuyun!
Şimdi guslün sağlığımıza yararını anlatmak istiyorum. Su hayattır, su sağlıktır, su şifadır. Hayız nifas ve cimadan sonra, gevşeyip tembelleşen vücut, su ile canlanır. Vücutta birikip halsizlik yapan negatif elektrik, su ile akıp giderken vücut elektriği dengelenir. Günlük gerginliği alıp, zindelik ve ferahlık verir. Bu arada su ne çok sıcak, nede soğuk olmalıdır. Çünkü ılık su, cildi güzelleştirir. Yıkanma bitince; el, kol ve bacaklara soğuk su tutulması, vücuda sıhhat ve enerji verir.
Kadınlar Nuray Hanımı büyük bir ilgi ile dinliyorlardı. Fatma Hanım da halinden memnundu. Çünkü Nuray Hanımla, Rabia Hanım iyi anlaşmıştı, sorun çıkmamıştı. Nuray Hanım kaptırmış kendini, konuşuyordu. Sohbete gelen kadınlardan genç olanları mutfağa girip çay pasta ikramında bulunurken, Nuray Hanım da sohbetine devam etti.
—Namaz için alınan abdest farzdır. Namaz dışında da abdestli olmak isterseniz, o da müstehabtır. Yani yapılınca sevap olup, yapılmayınca günah olmayandır. Peygamberimiz bir hadisinde, kısaca anlatacak olursam, abdest alınırken su ile günahların akıp gideceğini anlatır. Size tavsiyem; abdestsiz gezmeyin, çünkü kaza ve belanın ne zaman geleceğini bilemeyiz. Abdestin kerameti, bu gibi durumlarda çok kişide görülmüştür. Diğer kerameti ise, sağlımızdadır. Abdest alırken mümkünse yönümüz kıble tarafına doğru olmalıdır ve su ılık olmalıdır. Besmele ve niyetle başlarız bu arada kısaca bir konuya değinmek istiyorum Besmelenin öyle büyük kerametleri vardır ki eğer bilmiş olsaydınız Besmelesiz adım atmazdınız. Kısaca değineyim Besmele çekilmeden kesilen kurban eti hızlı bir şekilde bakteri üretiyor ve hemen pıhtılaşıyor Besmele ile kesilince bakteri üretimi çok yavaşlıyor ve kanı çok geç pıhtılaşıyor. Bu bilim adamları tarafından kanıtlanmıştır. Ayrıca besmele çekilerek içilen suyun bile moleküllerinin değiştiği bilim adamları tarafından kanıtlanmış hatta Besmelesiz suyun ve Besmele çekilen suyun resmi özel kameralar tarafından çekilmiş ben gördüm inanamadım. Besmelesiz su sade bir görüntüde, Besmele çekilen su otomatik olarak değişip çiçek görüntüsünü alıyor her yediğimiz içtiğimiz şeyde bu böyledir Dua veya Besmele ile yiyeceklerin molekülleri değişip insan sağlığına daha da yararlı hale getiriliyor. Tabi bu söylediklerim yenmesi helal olan şeyler için geçerli.
Kadınlar şaşkınlıkla birbirlerine bakıyorlardı meğer Besmele ne kadar önemli imiş. Nuray Hanım konuşmasını aynı heyecanla cemaatin tavrı hoşuna gitmiş bir halde sürdürür.
—Abdestte niyet, alacağımız abdestte psikolojik olarak yoğunlaşmamızı sağlar. Önce eller yıkanır, her şeye uzanan, her şeye dokunan ellerimiz mikropların barınağı haline geliyor. Elleri güzelce yıkadıktan sonra ağza su vererek gargara yapılır. Bunun sağlığımıza faydasını şöyle anlatayım: Diş arasında kalan yemek artıkları diş eti hastalıklarına ve diş kaybına yol açar dişlerimizin sağlığı için. Ayrıca bu mikroplar, boğaz hastalıklarına da neden olur, boğaz sağlığı için... Yüce Allah ağzımızın içine hem konuşmamız için, hem de yediğimiz yiyeceklerin tadını anlayabilmemiz için, bize zararı dokunan aşırı acı, ekşi, tatlı yiyecekleri kararında yememiz için dil koymuştur. Aynı zamanda dilin sağlığı için de ağız temizliği şarttır. Peygamber Efendimiz, ağız sağlığına çok önem vermiştir. Dişlerini sık sık misvakla temizler, hatta “Eğer ümmetime zorluk vereceğinden çekinmeseydim, her namazın başında, misvak kullanmalarını emrederdim” diyerek, diş sağlığına dikkat çekiyor.
Sonra burnumuza su çekerek, içini temizleriz. Burun temizliği ile ciğerlerimizi koruma altına almış oluruz. Rabbim burnumuzu öyle bir sistemle donatmış ki! Burun içindeki kıllar dışardan gelen kirli, mikroplu ve tozlu havayı hemen kapıp, burunun nemli duvarına yapıştırır. Böylelikle ciğerlerimize temiz hava gitmesini sağlar. Ayrıca burunda öyle bir sistem daha var ki, o da koku alma özelliğidir. Buruna gelen kokuyu, burunun içindeki sinir sistemi anında beyine ulaştırır, kokunun ne kokusu olduğunu algılayan beyin, vücudu ona göre yönlendirir. Örneğin: Duman kokusu alan burun, sinyallerini beyine gönderir, hemen alarma geçen beyin, bir yerlerde ateş yandığını, yangın tehlikesi olduğunu, vücuda yayar. Biz de otomatik olarak, kokunun şiddetine göre hareket ederiz. Burun deliklerinin kıllarla kaplı olduğunu söylemiştim. Bu kılların bir görevi daha var, o da içimize çektiğimiz havayı süzdükleri gibi, mukoza aracılığı ile ısıtıp nazik olan akciğerlere uygun hale getirirler. Burunu su ile temizlemenin, sinüzüt hastalığına da iyi geldiği söyleniyor. Hastalıkların büyük bir bölümünün, ağız ve burun yolu ile bulaştığını düşünürsek, bunların temizliğine ne çok kadar dikkat etmemiz gerektiği anlaşılır.
Daha sonra yüzümüzü yıkarız. Bunun da sağlık açısından faydasına gelince, yüzümüzü yıkadığımız zaman, kan dolaşımını sağlayarak, cildin zinde, parlak ve güzel görünmesini sağlarız. Ayrıca yüz yıkanırken, gözler de yıkandığı için, göz pınarlarında oluşan kir ve mikrobu temizleyerek, göze kuvvet gelmesini sağlamış oluruz. Kolların yıkanması da, başka bir sağlık mucizesini içinde saklar. Kolları bol su ile yıkamamız lazımdır. Nedeni ise; kalbinden rahatsız olanlar yani çarpıntısı, kalbinde batma hissi, nefes darlığı, huzursuzluk gibi şikâyeti olanlar, kıymetini bilsin... Kolları bol su ile yıkamak bu şikâyetleri ya hafifletiyor veya şifa veriyor. Sonra başımızı bol su ile mesh ederken de, beynimizdeki kan dolaşımını etkileyerek, rahatlama sağlıyoruz ve saç diplerine de kuvvet vermiş oluyoruz. Kulak temizliği ise beynimize yakın olduğu için ve duyma organı olduğundan önemlidir. Kulak içindeki tüyler dışardan gelen toz ve kiri tuttuğu için, kulak çukuruna düşen kirin atılmasına yardımcı olmak için parmağımızla mesh ederek temizlemek gerekiyor. Duyma organımız olan kulağın, daha iyi görev yapması için, bu organın da temizliğine önem vermeliyiz. Yalnız kulağımızı temizleyeceğiz diye, içine su kaçırmayalım, yoksa kulak ağrısına muzdarip olabiliriz. Sahi unutmadan kulakların şeklini incelersek; kıvrım kıvrım olduğunu görürüz. Neden böyle eğri büğrü diye düşündünüz mü? Mesela sırt üstü yatıyorken yüzümüze su dökülürse o kıvrımlar suyun içeri girmesini önler. İçeri giren suyun da yine içten dışa doğru oluşan kıvrımlar sayesinde ve kulak memesi yardımı ile dışarı atar. Peki, yan yatarken su döküldüğünü düşünürsek ne olacak? Yüce Yaratan onun da çaresini bulmuş. Su daha kulağın dış dokusuna değer değmez, suyun hızından daha hızlı davranarak, iç kulak kanallarını otomatik olarak kapatıp, suyun kulağa zarar vermesini önlemiş oluyor. Bu ne demek biliyor musunuz? Allah vücudumuzu; kendi kendini koruması için, birçok sistemle donatmıştır. Beytullahı yapan, inşa eden insandır, ama vücudun mimarı, mühendisi Allah’tır. Kendi inşa ettiği insana, zarar gelmesini istemiyor. Azalarımızı kullanırken hor kullanmayalım ki, mahşerde bizden davacı olmasınlar... Boynumuzu su ile mesh ederek, boyun damarlarını şoklayıp, kan dolaşımının rahatlamasını sağlıyoruz. Bu rahatlama, bedenimize enerji akımının da rahat gitmesini sağlayarak, namazı yorgun, isteksiz değil de, istekli kılmamızı sağlar. Ayrıca yüksek tansiyona faydası olduğu söyleniyor. Ayaklarımızı yıkarken de, parmak aralarında oluşan mikropları, mantar hastalığını, ayak kokusunu önlemiş oluyoruz. Bu arada su ile temas eden yorgun ayakları da dinlendirerek, beynimizle ayak arasındaki kan dolaşımını rahatlatmış oluruz. El ve ayak tırnaklarımızı sık sık kesmemiz gerekiyor. Bu konuda Peygamberimiz şöyle buyurur: “Ey Ali! Uzayan tırnaklarını kes, zira zararlı şeyler onların altında barınır”.
Yabancı bir ülkede yüksek frekanslı fotoğraf makinesi ile iki insanın resmini çekmişler: Birisi abdest almış, diğeri ise normal bir şekilde elini kolunu yıkamış. Ve bu iki insanın Aurasının (ten üzerindeki enerjisinin) resmini çekmişler. Normal el yüz yıkayan insanın aura fotoğrafı gri renkli, abdetli insanın aura fotoğrafı yeşil renkli çıkmış. Bu ne demektir biliyor musunuz? Abdest, hem manevi hayatımıza, hem maddi hayatımıza yeşil ışık yakıyor.
Abdestin farzı dörttür. Diğer azalarımızı fazladan üçer kere yıkamamız da sünnettir. Temizlik imandan gelir. Abdest ise; içinde kerameti ile birlikte gelir. Bu konuya bir şey daha eklemek istiyorum: Abdestli olan insan, yaydığı görünmeyen yeşil ışıkla, cinlerin, nazarın, büyünün, kendisine vereceği zararlardan da korunmuş olur.

Hiç yorum yok: