"..... ALLAH size güçlük çıkartmak istemez, Ancak O sizi Tertemiz / Ak pak/Arı duru kılmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister, Umulurki şükredersiniz "

21 Eylül 2010 Salı

“Su güzeli”ni uyandırmak…

Şadırvanlı cami Bursa Ulucami

Su deyince, benim aklıma hemen şu güzel âyet geliyor: “Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür..” (Nûr/45)

İnsanın yaratılış malzemeleri ve harcı içine giren nesneler arasında su, önemli bir unsur olarak dikkat çekiyor.

Biz Müslümanlar olarak gerçekten Su Medeniyeti’nden geliyoruz.

Ceddimiz, suya hürmeten abdestsiz ve besmelesiz hiç su içmezlerdi.

Nimete karşı hakaret ve hürmetsizlik etmemek için sıcak ve soğuk suya, yemeğe üfürmezlerdi.


Bursa Ulucami şadırvanı


Suyun önemini vurgulamak açısından isterseniz burada ABDEST üzerinde kısaca bir duralım. Farsça olan AB (Su) Dest (El) demektir. Yani sulu el. El ile su al manâsınadır.


Abdest âyetinin Medine’de nazil olduğunu hatırlatmamıza gerek yok sanırım. Medeniyet kelimesinin kaynağı ile kökünü zaten biliyoruz. Demek ki biz, Su Medeniyeti’nden geliyoruz.


Yağmura niçin “Rahmet” ismi verildiğini bir düşünelim.


Bir damla su bir kaya kovuğuna girse, buhar olsa kayayı çatlatır.

Bir gemiyi yürütür...

Bir damla su buhar yani hava olarak otomobil lastiği içine girerse tonlarca yükü taşıyacak kuvvet ve kudret ortaya çıkar...


Suyu ve havayı kirletmek İslâm’da niçin haram kılınmıştır?

“Ümmetim yağmur gibidir. Evveli mi, sonu mu hayırdır bilinmez.” (Hadis)


Su, yağmur ve Rahmet...


Bir başka hadis-i şerif: Sizden biri öfkelendiği zaman hemen su bulsun.

Ve o su ile abdest alsın ki, yüreğindeki öfke ateşini söndürür.”


Hava, su, toprak ve ateş.

İnsanoğlunun vazgeçemediği dört büyük nimet ve güç. Havasız, susuz, topraksız ve ateşsiz bir hayat düşünülebilir mi?

Peki, hava, su ve toprağı kim/kimler kirletti?

Bu sorunun tek cevabı var: İnsanoğlu.

Ateş bu kirlilik karşısında âdeta isyan edercesine; düştüğü yeri yakıp, kavuruyor!

Geçmişten miras olarak aldığımız o güzelim Su Medeniyeti’ne ne oldu?


Hanlar, hamamlar, kervansaraylar, şadırvanlar, şifahaneler, havuzlu bahçelerimiz ve çeşmelerimiz nereye gitti?

o “su güzeli”ni, kendi ellerimizle ateşin kucağına nasıl attık?

Kirlilik ruhumuzu sarmış da haberimiz yok!

Tek teselli kaynağımız ise; nasıl bir su medeniyetine sahip olduğumuzu kültürel, sanatsal, tarihî, içtimaî, dinî ve diğer açılardan ele alarak bizlere aktaran değerli bilim adamlarımız oldu. Onlarda olmasa böylesine güzel bir su medeniyetine sahip olduğumuzu hiç hatırlamayacak, belki aklımıza bile gelmeyecek!.

Bursa Kozahan mescidli şadırvan

Peki, bu medeniyet tekrar nasıl canlanacak?

Nasıl canlandırılacak?

Yani düştüğü yerden nasıl ayağa kaldırılacak?

Bizi yönetenlerde böyle bir medeniyet düşüncesi tasavvuru var mı?


Mustafa Balkan


ve şimdi galiba Arif Nihat Asyanın muhteşem şiirinin tam zamanı



konsun yine pervazlara güvercinler, hu hu lara karışsın aminler


Seccadeden kumlardı
Devirlerden, diyarlardan
Gelip göklerde buluşan
Ezanların vardı!

Mescit mümin, minber mümin
Taşardı kubbelerden Tekbir,
Dolardı kubbelere ;amin!

Ve mübarek geceler, dualarımız,
Geri gelmeyen dualardı
Geceler ki pırıl pırıl,
Kandillerin yanardı!

Kapına gelenler, ya Muhammed,
Uzaktan, yakından-
Mümin döndüler kapından!

Besmele, ekmeğimizin bereketiydi;
iki dünyada aziz ümmet,
Muhammed ümmetiydi.

Konsun -yine- pervazlara
Güvercinler;
hu hu lara karışsın
Aminler
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fatihalar, Yasinler!

Åz(imdi seni ananlar,
Anıyor ağlar gibi
Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sahibi
Nerde kaldın ey Resul,
Nerde kaldın ey Nebi?

Günler, ne günlerdi, ya Muhammed;
çağlar ne çağlardı;
Daha dünyaya gelmeden
Müminlerin vardı
Ve birgün, ki gaflet
çöller kadardı,
Halimenin kucağında
Abdullahın yetimi,
Aminenin emaneti ağlardı!

Haticenin koncası,
Aişenin gülüydün.
Ümmetinin gözbebeği,
Göklerin resulüydün
Elçi geldin, elçiler gönderdin
Ruhunu Allaha,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekkede bunalırsan
Medine ye göçerdin.

Biz dünyadan nereye
Göçelim ya Muhammed?
Yeryüzünde riya, inkar, hıyanet
Altın devrini yaşıyor
Diller, sayfalar, satırlar
(Ebu Leheb öldü) diyorlar:
Ebu Leheb ölmedi, ya Muhammed;
Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor!

Neler duydu şu dünyada
Mevli ine hayran kulaklarımız:
Ne adlar ezberledi, ey Nebi,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor;
Artık, yolunu unuttu
Ayaklarımız!
Kabe ne siyahlar
Yakışmamıştır, ya Muhammed,
Bugünkü kadar!

Haset, gururla savaşta;
Gurur, Kafdağı nda derebeyi
Onu da yaralarlar kanadından,
Gelse bir şefkat meleği
iyiliğin türbesine
Türbedar oldu iyi!

Vicdanlar sakat
çıkmadan yarına.
iyilikler getir, güzellikler getir
Adem oğullarına!

Åz(u gördüğün duvarlar ki
Kimi Taiftir, kimi Hayberdir
Fethedemedik, ya Muhammed,
Senelerdir!

Ne doğruluk, ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi
Günahın kursağında
Haramların peteği!

Bayram yaptı yabanlar:
Semaveyi boşaltıp
Saveyi dolduranlar
Atını hendeklerden -bir atlayışta-
Aşırdı aşıranlar
Ağlasın Yesrib,
Ağlasın Selmanlar!

Gözleri perdeliyen toprak,
Yüzlere serptiğin topraktı
Yere dökülmeyecekti, ey Nebi
Yabanların gözünde kalacaktı!

Konsun -yine- pervazlara
Güvercinler;
hu hulara karışsın
Aminler
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fatihalar, Yasinler!

Ne oldu, ey bulut,
Gölgelediğin başlar?
Hatırında mı, ey yol,
Bir aziz yolcuyla
Aşarak dağlar taşlar,
Kafile kafile, kervan kervan
Åz(imale giden yoldaşlar?

Uçsuz bucaksız çöllerde,
Yine, izler gelenlerin,
Yollar gideceklerindir.

Åz(u Tekbir getiren mağara,
Örümceklerin değil;
Peygamberlerindir, meleklerindir
Örümcek ne havada,
Ne suda, ne yerdeydi
Hakkı göremiyen
Gözlerdeydi!

Åz(u kutu, cinlerin mi;
Perilerin yurdu mu?
Åz(u yuva-ki bilinmez,
Kuşları hüdhüd müdür, güvercin mi, kumru mu?-
Kuşlarını, bir sabah,
Medineye uçurdu mu?

Ey Abva;da yatan ölü
Bahçende açtı dünyanın
En güzel gülü;
Hatıran, uyusun çöllerin
Ilık kumlarıyla örtülü!

Dinleyene hala,
çöller ses verir:
Yaleyl susar,
Uğultular gelir.
Mersiye okur Uhud,
Kaside söyler Bedir.
Sen de, bir hac günü,
Başta Muhammed, yanında Ebubekir;
Gidenlerin yüzbin olup dönüşünü
Destan yap, ey şehir!

Ebubekir;de nur, Osmanda nurlar
Kureyş uluları karşılarında
Meydan okuyan bir Ömer bulurlar;
Alinin önünde kapılar açılır,
Alinin önünde eğilir surlar.
Bedirde, Uhud&da, Haybede
Hakkın yiğitleri, şehid olurlar
Bir mutlu günde, ki ölüm tatlıydı;
Yerde kalmazdı ruh kanadlıydı.

Konsun -yine- pervazlara
Güvercinler;
hu hulara karışsın
Aminler
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fatihalar, Yasinler!

Vicdanlar, sakat çıkmadan,
Ya Muhammed, yarına;
iyiliklerle gel, güzelliklerle gel
Adem oğullarına!

Yüreklerden taşsın
Yine imanlar!
Itri, bestelesin Tekbiini;
Evliya, okusun Kuran’lar!
Ve Kuranı göznuruyla çoğaltsın
Kayışzade Osmanlar!

Natini Gaalip yazsın, Mevlidini Süleyman;lar!
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan;lar!
çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!

Gel, ey Muhammed, bahardır
Dudaklar ardında saklı
Aminlerimiz vardır!..
Hacdan döner gibi gel;
Miraçtan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!

Bulutlar kanad, rüzgar kanad;
Hızır kanad, Cibril kanad;
Nisan kanad, bahar kanad;
Ayetlerini ezber bilen
Yapraklar kanad…
Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler, kat kat!
çöllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar!
çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilal-i Habeşi sustuysa
Ezanlarını Davud okusun!

Konsun -yine- pervazlara
Güvercinler;
hu hulara karışsın
Aminler
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fatihalar, Yasinler!

Arif Nihat Asya

camiide kuş köşkü


Hiç yorum yok: