"..... ALLAH size güçlük çıkartmak istemez, Ancak O sizi Tertemiz / Ak pak/Arı duru kılmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister, Umulurki şükredersiniz "

26 Eylül 2010 Pazar

yeseviyye tarikatinde sırrın (gönlün) abdesti


Yeseviyye tarikatının en önemli tarihi belgelerinden olan“Cevahirü’l-Ebrar min Emvacil-Bihar” (İyi VE TEMİZ OLANLARIN deniz dalgalarındaki cevherleri) adlı kitap; Alevilik ilkelerinden olan, Mürşid-Pir Talip ilişkilerindeki prensiplerini-ilkelerini, çok teferruatlı bir üslupla (zengin ve içerikli )bir şekilde anlatması bakımından önemlidir.

Kitap daha çok Ahmet Yeseviyi ön plana çıkarırken ondan özellikle “şeyhi Alevi” olarak bahsetmekte ve onun gösterdiği kerametlerle birlikte, irşad sistemini, ele o günün diliyle çok güzel ifadelerle anlatmaktadır. Her ne kadar Ahmet Yesevi hazretlerinin, o dönemde çağdaşları olan, Nakşi tarikatının mürşidleriyle ilgili alakasından bahsediyorsa da, o dönemin Nakşilik anlayışı Aleviliğe aykırı bir tutum içinde değildi, denilebilir.

Cevahirul Ebrar; daha çok, o dönemin Alevi mürşidlerini konu edinirken, bilhassa Alevi Piri olarak bilinen “ Seyyid Mansur” Yani Anadolu’daki Alevilerce bilinen “BABA MANSUR” hazretlerinin manevi kişiliğini ve onun gösterdiği harikuladde hallerine, kerametlerine, öncelik ve özel bir yer vermektedir.

Kitabın yazarı Hazini ise; kendisinden bahsederken; Nesep yani (Soy) bakımından Mansur Ata evladından Arslan Baba neslinden geldiğini beyan etmektedir. O dönem coğrafyasında önemli bir yer tutan Türkistan’ın büyük erenlerinin başında gelen Hoca Ahmed Yesevi’nin ilk halifesi olarak ün kazanan “Mansur Ata’nın” torunu olarak bilinen “Tac Hoca” lakabıyla bilinen zatın oğludur.

Mansur Ata ise; Ahmed Yesevi’nin tasavvuf yolundaki ilk mürşidi olan Arslan Baba’nın oğlu olarak bilinmektedir. Bu durumda Arslan Baba’nın da torunu olmaktadır.

Bu arada yani 13.cü yüz yıldan itibaren, bilhassa Horasan’dan kendini büyük zatların elinde yetiştirmiş bulunan, bu güzel tasavvuf erbabı, Anadolu’ya gelerek, buralardaki insanları da irşad etme yani manada yetiştirme ve onları eğitmeyi bir görev olarak görmüşlerdir.

Bunların başında da Yesevi’lik ekolünden veya bu manevi sofradan feyiz alan dervişler, mürşidler, Dedeler veya o dönemde, meşayih diye adlandırılan Şeyhlerle, Türkmen Babalarıyla beraber, Anadolu’ ya akın akın gelmeye başlamışlardır. Bu arada çok önemli bir kişilik olan Ahmed ibni Mahmud Hazin-, El-Hisari, (Hazini) 1533 yılında bugün halen Özbekistan sınırları içinde yer alan, Kaşkaderya eyaletinde bulunan Hisar yakınlarında doğmuş ve 1596 yılında altmış üç yaşında vefat etmiştir. Ancak ne yazı ki bu zatın vefat yeri ve türbesi belli değildir.

Bilindiği gibi; “Piri Türkistani” olarak anılan ve ün yapan, Hoca Ahmet Yesevi hz.lerinin düşünceleri ve sistemi, kendisinden sonra yetişen ehli irfan sahipleri ve Yeseviyye geleneklerini devam ettiren, bir çok marifet erbabı ve kemalat sahibi olan, kamil insanlarla beraber, Yazar ve Şairler vasıtasıyla, devam ettirilmiş ve yayılmıştır. Hazini de bu yol takipçilerinden biridir. Hazini, hem yol itibariyle, hemde soy itibariyle, özden gelen bir cevherdir.

Hazini soy olarak; anne tarafından Arslan Baba’nın oğlu Mansur Ata’ya, Baba tarafından da Kureyş kabilesine , soyuna mensuptur.
Yesevilik yolunu anlatırken; İstanbul’daki o dönemin Devlet adamlarıyla, iyi münasebetler kuran Hazini, Sultan Selim’in ilgisine mazhar olur. Ancak Hazini, asıl dostluk ve yakınlığını Sultan III. Murad Handan görür.

Sultan’ın mevcut tasavvuf anlayışına paralel olması bakımından, bu vasıtayla onun tasavvufi görüşleri, bir hayli gelişerek, en üst noktalara gelir.

Padişah’ ın arzusuna göre ve onun teşvikiyle, Yeseviliğin Adab ve erkanı, incelikleri, tarikat- marifet-hakikatine dair tasavvufi cephesine, iyice aşina olmak isteyen Sultan III. Murad Han, Hazini ye bu alanda yardım etmek ve onu bir bakıma teşvik amacıyla, tasavvuf ve edep-erkan konularını ihtiva eden, bir eser yazmasını bizzat teklif etmiştir.

İşte bu mana çerçevesinde; “Cevahirül Ebrar min Emvacil-Bihar” (İyi VE TEMİZ OLANLARIN deniz dalgalarındaki cevherleri) isimli eserini kaleme alan Hazini, bu eserini bitirdikten sonra, Sultan’a ithaf ettiğini, bu kitabında dile getirmiştir.

İşte “CEVAHİRUL EBRAR MİN EMVACİL BİHAR” adındaki kitap, Sultan’ın önerisiyle kaleme alınmış önemli bir kaynaktır..

Kitap; 1593 yılında kaleme alınmış olup,özellikle halkın manen eğitimini hedef alan ve bu doğrultuda menkibevi ve bir bakıma tarihi; Mürşidlerin-Pirlerin- Şeyhlerin hayat hikayelerini, görüş tarzlarını ve tasavvufi anlamdaki geleneklerini, bilhassa Yeseviyye geleniğini aktarırken, mesela; Sema,Cem olma, Fakr ve fena ,zikir ve halvet konularını inceden inceye irdelemekte ve bu konuları, bütün incelikleriyle anlatmaktadır.


büyük bir incelik arzeden sır abdestini şu şekilde nakletmektedir.

Sır kelimesi tasavvufta gönül anlamında da kullanılır.

“Cevahirul-ebrar”daki Ahmed-i Yesevi hz.nin sır tahareti, yani gönül temizliği hakkındaki sözleri, son derece dikkate değerdir:

“Ey sır, abdest kıl!
kaçan sır riya vu hevay-i nefsi yusa (yıkasa),
ihlas ve akide (samimiyet ve inanç)nuru zuhura gelir
ve zulumattan(cehalet karanlığından) şübhe ve inkardan kurtulur
ve cümlegi ikrar u itiraf olur.

Ucub ve enaniyeti yusa(bencilliğini temizlese)
minnet nuru, iklimi sırrı münir eder (sır iklimini aydınlatır)

Cahı dünya muhabbetini yusa
intibah-i ukba nuru alemi sırrı aydın eder
(dünyadaki itibar ve sevgiden arınsa ahiret için uyanık olur ve o nur bütün bir alemi aydınlatır )
ve fütüvvet ve mürüvvet ziyaları nurani kılar”
(Dostlara hoşgörü ve safa ile muamele, Yiğitlik. Cömertlik. Lütuf ve ihsankarlık, kerem ve cömertlik,soy temizliği -İnsaniyet. İnsanlığa uygun olan şeyi yapmak. Güzel ve iyi şeyleri alıp, kötü şeyleri ve halleri terk etmek suretiyle bir manevi parıltı ve ışık meydana gelir)
(7. b varak)


Buradan anlaşılıyor ki, Ahmed-i Yesevi hz.leri insana şu anlamlı mesajı veriyor;

sır abdestinin özde manası, salikin,
Yani yola girmiş veya yol ehli olmuş kişinin,
Batıni içselliği yani derin manalarla anlam kazanmazsa abdest olmaz.

Yani özünden kalbinden içinden riyayı, yani gösteriş veya fiyakayı, nefsin azgın isteklerini, bencilliğini, para mal hırsını, makam ve dünya sevgisini, şöhrete düşkünlüğü bırakmadıkça ve gönlünü yıkamadıkça, sır abdesti olmaz.
Bu olursa bütün ibadetler yerine getirilir ve asıl amaç gerçekleşir.
Ve bu gönülde sır abdestinden sonra, İlahi rahmet tecelli eder.
Gönülde inşa edilen bu manevi sır sarayını, Allah bizzat seyrederek, kontrol ederek, bu kullarını manada gözü açık kılar.
Kalbi temiz olunca vücudu da temizlenmiş olur.


HÜSAMETTİN AYDIN

Hiç yorum yok: