"..... ALLAH size güçlük çıkartmak istemez, Ancak O sizi Tertemiz / Ak pak/Arı duru kılmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister, Umulurki şükredersiniz "

21 Kasım 2010 Pazar

Çağları aşan bir hijyen projesi: Abdest

Beden hijyeni konusunda, ne günümüzde ne de geçmişte abdeste denk sayılabilecek bir uygulama göstermek mümkün değildir. Gerek toplumdaki yaşayan kadın-erkek bütün bireyleri kapsaması, gerek günlük beden temizliğinin yapılma sıklığı, gerekse herkes tarafından hiç aksatmadan uygulanıyor olması itibariyle abdestle boy ölçüşebilecek ikinci bir proje göstermek imkan haricidir.

Abdest sayesindedir ki, milyonlarca insan dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, hangi milletten olursa olsun yaz-kış, gündüz-gece demeden her gün günde beş kez beden temizliğini en üst düzeyde yapmaktadır. Peygamber Efendimizin (SAV), Allah’ımızın emri olarak getirdiği ve uygulamaya koyduğu abdest ilk günden itibaren bütün Müslümanlarca kabul görmüş ve dinin değişmez en önemli bir kuralı olarak uygulanagelmiştir. O asırdan bu asıra bir Müslüman düşünelemez ki günde beş vakit beden temizliği yapmış olmasın. Müslümanlar dışında, hiçbir çağda beden temizliğine bu denli dikkat eden ikinci bir topluluk gösterilemez. Mesela;17.yüzyılda bir İstanbul’a bir de Paris,Roma veya Berlin’e gidiniz. Günde beş kez elini,yüzünü, ayağını yıkayan bir insan görürseniz biliniz ki bu insan kesinlikle müslümandır. Bir tarafta günde beş kez elini,yüzünü,kollarını,ayaklarını yıkayan insanlar, diğer tarafta olsa olsa günde bir-iki kez ellerini yıkayan insanlar. Bu durum dünyanın diğer bölgeleri için de farklı değildir.

Abdestin gerçek değerini anlamak için çağdaş tıbbın ulaştığı bilgilere bakmak yeterli olur.

Mikroorganizma (mikroplar) aleminin keşfedilmesiyle tıpta tam bir devrim yaşanmıştır. 1850’li yıllarda insanlığı kasıp kavuran salgın hastalıkların mikroplar tarafından yapıldığı anlaşılmış, giderek salgın hastalıklara karşı en iyi korunma yönteminin de temizlik olduğu kanıtlanmıştır.

Günümüz hijyen kitapları, hijyen konusunu şu temel başlıklarla anlatmaktadır.

A. Kişisel hijyen(Beden temizliği,elbise temizliği, yiyecek temizliği)

B. Ev temizliği (Mutfak,banyo temizliği)

C. Çevre temizliği (atıkların uygun şekilde uzaklaştırılması)

D. Yeterli temiz su sağlanması

Konumuz olan kişisel hijyen konusunu açalım.

Kişisel hijyen; El, yüz, burun,ağız, saç,göz, tırnak,ayak, perine ve deri temizliğinden ibarettir.

1.El hijyeni:

Bugün el yıkamanın önemi bütün tıbbi kitaplarda şiddetle vurgulanmaktadır. Çünkü;İnsanlar, mikropları çevrelerinden elleriyle alırlar. Sonra yine elleriyle bu mikropları yüzlerine, burunlarına ve ağızlarına bulaştırırlar. Mesela grip hastalığına yakalanmanın en önemli yolu mikrop bulaşmış ellerin buruna sürtülmesidir. Bu mikrobu alan kişi el yıkamamayı sürdürürse etrafındaki herkese mikrobu yayar.Böylece çevresindeki birçok suçsuz insanın hastalanmasına hatta ölmesine neden olur. Sadece grip hastalığı bile hala insanoğlunun ciddi sağlık sorunlarından birisidir. Geçmiş yüzyıllarda da milyonlarca insanın ölümüne sebep olmuştur. İnsanlık tarihinin en kanlı savaşı olan ve dört yıl süren birinci dünya savaşından sonraki büyük grip salgınında ölenlerin sayısı bu savaşta ölenlerin sayısından daha fazladır. Bu ibret levhası el yıkamanın önemini en açık biçimde göstermektedir.

Dünyadaki enfeksiyonla mücadele kuruluşlarından birisi International Federation of Infection Control(IFIC) adındaki organizasyondur. IFIC’in hastane infeksiyonlarının(bir hastadan diğerine hastalığı bulaştırmanın) önlenmesindeki tesbiti; “En önemli korunma yolu elleri yıkamaktır. El yıkama hasta ile personel arasında bakteri taşınmasını önleyen en etkili yoldur. Hastane enfeksiyonlarında en önemli bulaşma yolu personelin kirli elleridir. Basit sabun ve suyla el temizliği orta derecede kirlenmiş ellerden zararlı mikroorganizmaları uzaklaştırır.” IFIC, ayrıca ellerin nasıl yıkanması gerektiğini ayrıntılarıyla açıklıyor ve parmak aralarının yıkanmasına vurgu yapıyor.

Yine, International Federation of Infection Control, şu hastalıkların hepsinin el temasıyla bulaştığını ve bunlardan korunma yolunun el yıkama olduğunu belirtiyor:

  • Tifo, kolera, dizanteri,

  • Bulaşıcı sarılık, çocuk felci, uçuk,

  • menenjit, sitomegalo virüs,

  • viral konjiktivit(göz infeksiyonu)

  • deri çıbanı (impetigo), uyuz, herpes zoster

Amerikan infeksiyon hastalıkları kontrol ve önleme merkezi şöyle diyor: İnfeksiyon hastalıklarından korunmanın en iyi yolu sık el yıkamadır.(Frequent handwashing is one of the best way to prevent the spread of infectious deseases –National center for infectious deseases)

Bu öneriler gerçekten bilimsel ve insanlara çok faydalı öneriler. Eğer bu öneriler dikkate alınsa ve tüm insanlar tarafından uygulansa tarih boyunca ve halen milyonlarca insanın ölmesine sebep olan bulaşıcı hastalıklar önlenmiş olur. Geçmiş yüzyıllarda, sadece tifo,kolera ve dizanteriden ölenlerin sayısı tüm savaşlarda ölenlerin sayısından daha fazladır. Bilim dünyası bu önerilerini mikroorganizmaları öğrendikten sonra yapmaya başladı. El yıkamanın şiddetle tavsiye edilmesi son 30-40 yıllık bir zaman dilimini kapsar. Acaba tarihte sık el yıkamayı daha önce insanlara tavsiye eden ve hatta sık el yıkamayı zorunlu kılan bir insan var mıdır? Evet. Bu kişi Hazreti Muhammed’dir(SAV). Peygamber Efendimiz Allah’ımızın emri olarak günde beş kez el yıkamayı kendisine inananlara tebliğ etmiştir. “Ey iman edenler! Namaz için kalktığınızda, yüzünüzü, dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başınızı meshedin, topuklara kadar da ayaklarınızı yıkayın.” (Maide 6) Bu ayetle Kuran-ı Kerimde abdest açıkca tanımlanmış ve namaz kılmadan önce el yıkama zorunluluğu getirilmiştir.

İslam sık sık el yıkamayı çok çeşitli vesileleri kullanarak teşvik etmiştir. İşte örnekleri;

  • Yatarken abdest almak sünnettir.

  • Peygamberimiz(SAV), kendisine inananlara öfkelendiklerinde abdest almalarını öğütlemiştir.

  • Yine, Peygamberimiz(SAV); Gıybet(onu bunu çekiştirme), yalan, koğuculuk gibi günahları işleyenlerin derhal tövbe etmelerini ve abdest almalarını emretmiştir.

  • Yemekten önce ve sonra el yıkamak sünnettir.

  • Tuvaletten sonra el yıkamak sünnettir.

  • Kur’an öğrenebilmek ve okuyabilmek için abdest almak gerekir

  • Kabeyi tavaf edebilmek için abdest zorunludur.

  • Hadis-i şerif’de “Bilin ki en hayırlı ameliniz namazdır. Gerçek mü’minden başkası da daima abdestli olmaya çalışmaz.” denilerek insanların sık sık el yıkamaları garanti altına alınmıştır.

Abdesti bozan şeyleri düşününüz ve her insanın bunlardan sonra abdest aldığını(el yıkadığını) göz önüne getiriniz. Böyle bir toplumda bulaşıcı salgın hastalık olur mu! Elbette olmaz. İnfeksiyon hastalıkları kontrol ve önleme merkezi ne diyor. “İnfeksiyon hastalıklarından korunmanın en iyi yolu sık el yıkamadır.” İşte uygulama “abdest”.

Yine bir hadis-i şerif’de “Abdest aldığın zaman el ve ayaklarının arasını iyice ovuşturup temizle” -Tirmizi taharet 30

” buyrularak, International Federation of Infection Control’ün yeni yeni önerdiği parmak arası temizliğine o günden dikkat çekiliyor. Acaba Müslümanlar bu öğüdü dikkate almışlar mıdır? Evet, abdest alırken parmak aralarını yıkamaya islami litaretürde hilalleme denilir ve abdest alan Müslümanların çoğu bu bilgiyi uygular.

İslamiyet, el yıkamanın yanında her abdestte kolları da yıkatmaktadır. Bugün yayınlanan hiçbir hijyen kitabında, cerrahlar dışındaki diğer insanlar için, ellerin yanında kolların da yıkanmasını öneren tek bir satır yoktur. Çağdaş tıpta, ellere ilaveten kol yıkama sadece cerrahi yıkanma için zorunlu kılınmaktadır.Sokaktaki her insanın, elleri yanında kollarını da yıkadığını düşününüz. Böyle bir toplumu bulaşıcı hastalıklar tehdit edebilir mi!

Bundan 200 yıl önce yaşayan bir insana sık sık hiç olmazsa günde beş kez ellerini yıkamalısın denilseydi herhalde kahkahalarla güler ve muhtemelen “ellerimden ne istiyorsun “ derdi.Ama, Müslümanlar hiç nazlanmadan asırlar boyu bugünkü tıbbın öngördüğünden daha sık ellerini yıkadılar.

Yine sokakta dolaşan herkesin gün boyunca rahatlıkla elini yıkayabileceği yerler, sadece İslam ülkelerinde mevcuttur. Her ibadet yerinin yanında halka her zaman açık olan bir abdest alma yeri mevcuttur.Bugün Dünya sağlık örgütünün her insana el yıkamayı öğretmek için uğraşması elbette güzel bir başlangıçtır. Ancak bu çabalara çok daha önce başlayan ve bütün Müslümanlara yüzde yüz oranında uygulatan Peygamberimizdi(SAV).

2.Yüz hijyeni:

Yüz yıkama, özellikle göz enfeksiyonlarından korunmada çok önemlidir. Dünya Sağlık Örgütü(WHO), dünyada her yıl 9 milyon insanın kör kalmasına sebep olan trahomun 2020 yılına kadar temizlenmesi için bir çalışma başlatmış ve bunun için en temel kuralın yüz yıkama ve çevre temizliğinin sağlanması olduğunu belirtmiştir. Sokaktaki insana sık sık yüzlerini yıkatabilirsek ve çevre temizliğine duyarlı hale getirebilirsek 2020 yılında artık 9 milyon insan kör kalmayacaktır. Her yıl 9 milyon insanın, yüz yıkama ihmalinden dolayı kalıcı kör olması ne kadar acı. Dünya sağlık örgütünün bu çalışması elbette her türlü övgüye layık. Yılda 9 milyon insan kör kalırsa ,10 yılda kör kalanların sayısı 90 milyon eder. Bu sayı Türkiye nüfusundan bile fazla.

Dikkat ediniz. WHO’nun başlattığı yüz yıkama ve çevre temizliğini Peygamberimiz 14 asır önce başlatmıştı. Çevre temizliği bilincinin hiç gelişmediği o çağda Peygamberimizin çevre bilinciyle ilgili hadis-i şerifleri başlı başına incelenmesi gereken bir konudur. Bu konuyu uzmanlarına bırakıp çevre temizliği ile ilgili Peygamberimiz’in hadislerinden bir tanesini kayda geçirelim: “Çevrenizi ve evlerinizi temiz tutunuz.” –Tirmizi-edep H.2799

Eğer bugünün insanları Peygamberimiz’in getirdiği abdesti uygulasalar ve çevrelerini temiz tutsalar, her yıl 9 milyon insan kör kalmaz. Kim bilir sadece yüz yıkamamaktan dolayı on dört asır boyunca kaç kişi kör kaldı veya diğer bulaşıcı hastalıkların ağına düştü.

3.Ağız hijyeni:

Ağız ve dişler vücudun giriş kapısıdır. Sağlıklı ve bakımlı bir ağız en önemli sağlık belirtisidir. Ağız sağlığının başlangıcını ise diş sağlığı oluşturur. Sağlıklı dişler, kişinin beslenmesinde, konuşmasında, besinleri yutmasında, estetik olarak güzel görünmesinde, genel olarak sağlıklı olmasında rol oynarlar.

Ağız içi ortamı mikropların yaşamlarını sürdürebilmeleri açısından son derece uygun bir besi yeri oluşturur. Hemen hemen bilinen tüm mikroorganizmalar ağızdan üretilebilmiştir. Ağız uygun şekilde temizlendiğinde, bu mikropların hastalık yapmaları söz konusu değildir. Ağzın kendine özgü savunması, florası ve pH dengesi vardır. Ağız ve dişlerin gerekli bakım ve temizliği yapılmadığında dengeler olumsuz yöne doğru kayar ve dişetleri iltihaplanır,dişler çürür.Şöyle ki; Ağzın normal florasında bulunan bakteriler, karbonhidratlardan laktik asit oluşturur. Laktik asitle ağızdaki müküs ve bakteriler bir araya gelerek yapışkan bir madde üretirler. Diş yüzeyini kaplayan bu maddeye plak denir. Plak, özellikle dişin dişeti ile birleştiği alanda gelişir. Plakta bulunan bakteriler laktik asit oluşturmaya devam ederler. Ve plakta oluşan asit dişin mine tabakasını tahrip ederek küçük oyuklar oluşturur. Çürüğün başlangıcında bu kaviteler grimsi-beyaz görünürler. Bakteriler, oluşan bu oyuklardan dişin iç tabakalarına (dentin ,pulpa) geçerek enfeksiyona neden olur. Oyuk dişin iç tabakasına doğru ilerledikçe, diş siyah ya da kahverengi renkli bir görünüm alır.Diş üzerinde oluşan plaklar ağzın çalkalanması veya ağza su sıkılması ile dişin üzerinden temizlenemez. Dişlerin mutlaka ovalanarak veya sürterek temizlenmesi gerekir(diş fırçalama).

Ağız hijyeni hergün düzenli olarak dişlerin fırçalanmasını, diş etlerinin uyarılmasını ve ağzın bol su ile çalkalanmasını gerektirir. Ağız hijyeni, diş çürüklerinin ve diş eti iltihaplarının önlenmesinde son derece önemlidir.

Son yüzyılda ulaştığımız bu bilgileri, diş hekimlerimiz toplumla paylaşıyor. Her insanın dişini fırçalaması için yoğun gayret gösteriyorlar. Tıbbın ulaştığı bu bilgiler ve diş sağlığı için gösterilen bu gayretler elbette övgüye değer çalışmalar. Ağzı yıkama ve diş fırçalama, tüm toplum olarak uymamız gereken önemli bir sağlık önerisi. Tekrar soralım, bundan 600 yıl önce dünyanın herhangi bir bölgesinde günde beş kez ağzını yıkayan ve dişlerini fırçalayan bir insan gösterilebilir mi? Evet. Hem de milyonlarca. Hangi İslam ülkesine gitseniz, insanların büyük çoğunluğu itibarıyla günde beş veya daha fazla ağızlarını yıkadıklarını (abdest) ve dişlerini fırçaladıklarını görürsünüz (misvak). Niçin Müslümanlar ağızlarını yıkarken aynı zamanda dişlerini fırçalıyorlardı. Hem de mikroplar ve bunların diş çürümelerine sebebiyet verdiği bilinmezken. Çünkü ağız temizliğini ve diş fırçalamayı Peygamberimiz bütün Müslümanlara öğretmişti. İşte diş fırçalamayı öğütleyen hadis-i şeriflerden birkaçı;

“Şüphesiz ki ağızlarınız Kuran’ın yollarıdır.Onu misvak ila temizleyip güzelleştiriniz.” -İ. Mace taharet H.291

“Ümmetimden abdest alırken ve yemekten sonra ağızlarını ve dişlerini temizleyenler ne güzel iş yapmış olurlar.” -Müsned 5/416

“Misvak bulunmadığı zaman parmaklar misvak görevi yapar.” -S.Kübra 1/40-41

“ Ümmetime zorluk çıkarma endişem olmasaydı; her namaz için misvaklanmalarını emrederdim.” -S.Kübra 1/34

Peygamberimiz’in(SAV) dişleri bembeyazdı. Bugün insanlar, diş sağlığı için daha fazla bilgi sahidir. En azından dişler fırçalanmazsa diş çürüklerinin oluşacağını hemen herkes bilmektedir. Acaba günümüz toplumunda insanların ne kadarı dişlerini fırçalamaktadır. Üniversite mezunları arasında yapılan bir çalışmada günde iki kez dişlerini fırçalayanların oranı %40 bulunmuştur. Halbuki Peygamberimiz(SAV), içinde bulunduğu toplumun %100’üne diş fırçalamayı benimsetmiş ve uygulatmıştır. Aynı oran, el yıkama ve yüz yıkatmada da söz konusudur.

4.Burun hijyeni:

Burun koku duyusunu almasının yanında, solunan havanın ısıtılıp nemlendirildiği ve içinden geçen havadaki yabancı cisimlerin tutulduğu organımızdır. 1 gram burun ifrazatında yaklaşık 10 milyon bakteri bulunur. İnsanların %30-50’sinin, burunlarında besin zehirlenmesi yapan stafilokokkus aureus bakterisini taşıdıkları bilinmektedir.Onun için burun temizliği mutlaka sağlanılmalıdır. Günümüz hijyen kitaplarında burun temizliği sabah ve akşam önerilmektedir. Halbuki her müslüman abdest alırken, her abdestte buruna suyu iyice çekerek burun temizliği yapar. Yani günde beş veya daha fazla burun temizliği yapılmış olur.

5.Göz hijyeni:

Gözlerin normalde özel bir bakıma ihtiyacı yoktur. Çünkü gözler sürekli olarak gözyaşı ile yıkanır. Göz kapağı ile kirpikler yabancı cisimlerin göze girmesini engelleyerek gözün temizliğine katkıda bulunurlar.

Bu hususlar düşünülerek çağdaş hijyen kitaplarında göz hijyeni için ayrıca bir temizlik önerilmemekte,yüz yıkamanın yeterli olacağı ifade edilmektedir.

Ancak özellikle konjiktiviti(göz iltihabı) önlemede ve gözyaşı eksikliği olanlarda gözlerin sık sık yıkanması önemlidir. Toplumda,tamamen sağlıklı olanların yanında yaşlılar , düşkünler ve hastalar da vardır. Bağışıklık sistemi zayıflamış yaşlılar,düşkünler ve kronik hastalar için göz hijyeni daha da önemlidir. Abdest sırasında günde beş kez gözler de yıkanmış olur. İşte hadis-i şerif: “Abdest aldığınız zaman gözlerinize abdest suyundan içiriniz”

6.Ayak hijyeni:

Günümüz tıbbında ayak hijyeni sabah ve akşam önerilmektedir. Abdestle günde beş kez ayak hijyeni sağlanmaktadır.

Sonuç olarak, abdest bugünkü hijyen önerilerimizden daha yüksek bir temizlik anlayışını yansıtmaktadır. Özellikle uygulama alanındaki başarısına hiçbir toplumsal temizlik projesi yetişemez.

Şunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz ki;Gelmiş geçmiş insanlar içinde temizliğe en fazla dikkat eden Peygamberimiz’dir(SAV). Arkadaşları ile birlikte uygulamalı tertemiz bir hayat yaşadı. Bunun en sağlam kanıtı, temizlik ile ilgili söyledikleri ve yaşadıklarıdır.

Günlerce aç ve susuz kaldıklarında, savaş şartlarında, kavurucu çöl sıcağında temizlik konusunda asla taviz vermemiş ve örnek bir hayat yaşamıştır. Hayatı boyunca hep abdestli dolaşan Peygamberimiz gibi el,yüz,ayak ve vücut temizliğine, o günden bugüne bu denli dikkat etmiş ikinci bir insan göstermek mümkün değildir.

Peygamber Efendimiz ve arkadaşları dünyaya temiz toplum dersi vermişlerdir. Hatta temiz toplumunda ötesinde “tertemiz bir toplum”.

http://www.bebekdoktoru.org/sem-cabhpa.htm

20 Kasım 2010 Cumartesi

namaz ve abdest


"Namaza başlarken abdest alırsın

abdest alırken düşün ki ölmüşsün ve seni yıkıyorlar

yani guslunu aldırıyorlar

sonra abdest alıp namaza duruyorsun namaza gidiyorsun

bunu şöyle düşün

düşün ki öldün sana guslunu aldırdılar ve gömdüler

sonra melekler geldi

ve seni aldılar kabirden

Allahın huzuruna çıkarmak için

iki melek yanında

ve mahkeme-i kubraya getiriyorlar

oraya girince huzura durunca

Allahın azameti karşısında tekbir getiriyorsun

Allah en büyüktür diyorsun

namaza başlama tekbiri yani

onun azameti karşısında bu agzından dökülüyor

sonra ona hürmet olarak ellerini önünde bağlıyor

el pence duruyorsun

başın önünde

bakamıyorsun ona

bu arada

tüm herkes orda

dünyaya gelip gitmiş herkes

bütün insanlar

annen baban, ailen

akrabaların, komşuların, dostların, arkadaşların

seni tanıyan tanımayan herkes orada

huzurda

Allah orada, melekler orada, bütün insanlık orada

tüm insanlar

ve sen huzurdasın

iki melek ın emri ile senin defterini çıkarıp okumaya başlıyor

dünyada yaptıklarını yapmadıklarını

gizlediklerini

günahlarını, ayıplarını, suçlarını

her şeyi okumaya başlıyor

bütün insanlar bunu duyuyor

annen baban akrabaların, komşuların, arkadaşların hhepsi sana bakıyor

sen kahroluyorsun

utanıyorsun

çünkü herşey ortaya dökülüyor

her şey açıklanıyor

her şeyini öğreniyor insanlar

gizlediklerini, günahlarını, yaptıklarını

ölüyorsun, kahroluyorsun, ağlamaya başlıyorsun

ve dayanamıyorsun artık

yüzünü gizlemek için eğiliyorsun

rükuya gidiyorsun yani

yüzünü gizliyorsun kimse görmesin seni diye

melekler kalk diyor ve dinle

bunlar senin yaptıkların diyor

sen ister istemez kalkıyorsun

ve tekrar okunmaya başlanıyor yaptıkların

artık ayakta kalacak mecalin kalmıyor

tanıdıklarının yüzüne bakamıyorsun

en önemlisi de Allahın karşısında dayanamıyorsun

ve kendini yere atıyorsun

secdeye

yüzünü gizliyorsun

ellerinin arasına alıyorsun

ve ağlıyorsun

kimsenin görmesini istemiyorsun seni

yüzünü yere atıyrosun

melekler yine dürtüyorlar seni

kalk diyrolar doğrul

yüzünü kaldırıyorsun ama doğrulamıyorsun

o mecali bulamıyorsun kendinde

yine okunmaya başlayınca yine atıyorsun kendini secdeye

yüzünü yine gizliyorsun

kahrolup duruyorsun

melekler bu kez seni zorla ayağa kaldırıyorlar

ve dinle diyorlar...

her rekatta her namazda böyle düşünün arkadaşlar "
alıntıdır.

abdest ve namaz


Derler ki namaz dört çeşittir;

1. si; Abdesti öylesine, hızlıca ve tam usulune riayet etmeden alıp, namazı hızlıca kılanlar; Bunlar ne abdestin ne namazın şartlarına uymazlar..Yani namazın dış şartlarını bile muhafaza edemeyenler..

2. si; Abdesti tam alırlar, namazı da şartlarına uygun tam kılarlar..Lakin cisim orada ruh yoktur..Namaz şekille namazdır..

-Namazda gözlerini odada dolaştıranlar, daha önce farketmedikleri en ince ayrıntılarına kadar..Mesela; "A bak burda örümcek ağı varmış, temizleyeyim hemen" gibi..

Ya da maç esnasında tv önünde namaza duranlar..Ki gol falan olursa kaçırmasınlar..

Ya da haberler esnasında tv ile aynı odada, üstelik haberlerin sesini biraz yükseltip bir taşla iki kuş vurduklarını zannedenler.. de bu grupta-


3. sü; Abdest ve namaz tamdır, namaz içinde de sürekli Allah ile beraberdirler..Lakin arada şeytan musallat olur, akla-kalbe vesvese atar, ama çabuk sıyrılırlar ve yine O'na dönerler..

Böyle namaz kılanlara iki sevap vardır; Biri namazın, diğeri de şeytanla olan mücahedenin sevabı..

4. sü; namaza başlayınca "Allahuekber" deyip hemen transa geçenler; Hani bacağının kesilmesi gereken sahabelerden birinin, "ben namazdayken kesin" demesi üzerine, aynen öyle yapmaları ve hiç ağrı duymaması örneğinde olduğu gibi..

Hepsinin ecri O'nun katında..


Kişi abdest alırken düşünse ki; her azasını yıkadığında o azasıyla işlediği günahlar dökülüyor, abdest sonunda tertemiz..Ve namaz onu, günahlarından temizliyor..

Ve kimin huzuruna çıkacak..



İnsan madde ve ruhtan müteşekkil..
Yani yer ve gök insanda imtizac etmiş..

Maddesi malum, Hz. Adem’in yaradılışı..
Ruhu ise O’ndan verilmiş..
Maddesi hep dünya ile alakalı, ruhu ise semayla..

İşte bundan dolayı insan maddesini, yerden çıkanlarla, dünyadaki herşeyle besler, doyurur..

Ruhu ise gök yemişlerine muhtaçtır..

Ruh, cisimde hapistir adeta..
Gök Sofralarında ruhu doyurmazsa insan, ruh sürekli feryat eder vücud zindanlarından haykırır!

Ruh, madde ile asla tatmin edilemeyeceği için, maddenin-makamın vs. vs en zirvesine çıksa da insan mutlu olamaz, ruhu açtır ve feryattadır çünkü..

İşte namaz, ruhu doyurmak, teskin etmek, çığlıklarını susturmaktır..

Bu bilinçle namaza durmalı insan..



Abdest alırken kimin huzuruna çıkacağının şuuruyla gitmeli suya..

Ve abdestin, maddeten-manen arındırıcı olduğu bilinciyle..

Abdest alırken ağzına aldığın suyun son damlası süzülürken bedeninden; Ağzınla işlediğin tüm günahlar dökülür..

Gözlerinle, hayalinle işlediklerin, yüzünü yıkadığında gözlerden-kirpik uçlarından, kulakla işlenen günahlar kulaklardan, el ve ayakla işlediğin günahlarsa, el ve ayak tırnaklarının uçlarından süüzlen son damlalarla akar gider..

-Sahih hadis var bu konuda-

Ve sen, abdest sonunda her iki anlamda; maddeten ve manen TERTEMİZSİNDİR!

Bundan büyük lutuf olur mu?

Abdest işte bu bilinçle alınırsa, huzura varmaya ön hazırlık için mükemmel bir iç donanımdır bu..



Biliyor musunuz ki, “ihlas” ve “huşu” da, duayla istenir O’ndan?..

Sürekli dualarda “Ya Rabbi ihlasımı arttır, huşu ver” demeli..




Nasıl ki dünyada yüksek bir makam sahbinin huzuruna çıkarken, olabildiğince düzgün giyinir ve edepli olursun..

İşte namazla Alemlerin Rabbi önüne çıkacaksın! Başını eğ, ellerini önüne bağla ve gözlerini sabitle!..



Namaza başlarken alınan tekbir; Allahuekber!

Yani: Allahım “Sen en büyüksün!"
Benim için sadece Sen varsın!
Kalbimde ve aklımda Sen'den daha büyük, Sen'den daha önemli hiçbirşey yok!

Ve bu tekbir, her rüknün edasından sonra sürekli tekrarlanır..

Neden biliyor musun?

Namazda bir an bile olsa, O'ndan uzaklaşan akıl ve yüreği tekrar O'na sabitlemek için bir ihtar, bir uyarıdır..

Allahuekber! Sadece sadece Sen! Huzurdayım..



Sonra Fatiha..

Fatiha dahil, mutlaka namazda okuduğumuz surelerin manalarına vakıf olmalı, bilinçle-duyarak okumalıyız..

Namazda Fatihayı okurken biz, Allah her ayet bitiminde kuluna cevap verir-söyleşir onunla..Bu bilinçle okunmalı Fatiha.

Hatta Hz. Ömer radıyallahu anh, Fatiha’yı namazda uzun aralıklarla dura dura okurmuş ta, sormuşlar “Neden?” diye..O da ; “Rabbimin verdiği cevapları dinliyor, lezzetleniyorum” demiş..


Sonra ruku;

Şu bilinçle eğilmeli insan;

Ya Rabbi! Sadece Senin önünde eğiliyorum, boyun büküyorum..

Çünkü Sen en büyüksün! Bense en aciz, en zelil..

Sana muhtacım, Seni tesbih ediyorum, iki büklümüm huzurunda tüm hiçliğimle..

Her rukuda bunu mutlaka düşünmeli..

Doğrulduğunda ise Rabbinin onu duyduğunun bilinci ve sevinciyle şükürlerle kalkmalı..


Sonra secde..

Kulun Rabbine en yakın olduğu andır secde..

O Kudretin, o azametin karşısında hiçliğini hissetmek-benliğini SIFIRLAMAKtır!

“KUL ol ki SULTAN olasın!”

Duayı arttırmak gerek o yakınlıkta..
O’nu tesbihten sonra kişi, O’nunla söyleşmeli daim..



Sonra tahiyyat;

O’nu, Resul’u ve tüm müslümanları selamlama, dua ve şehadetle dirilmedir..

Mutlaka manasına ererek bilinçle okunmalı!



Sonra selam;

Sağ tarafa selam verirken; Oradaki meleği düşün ve de ki lisan-ı halinle;

“Şahid ol, bak O’nunlayım, O’na mutiyim”

Sola selam verirken de; “Şahid ol ve sil öncemi, bak O’nunlayım”..


yazan :monaroza

Amr Halid / İqra tv'den dinlediklerim

5 Kasım 2010 Cuma

abdestmi alıyoruz gassallikmi yapıyoruz


eğer diriltmiyorsa sular
eğer durultmuyorsa sular
eğer doğrultmuyorsa sular
ölü yıkayıcılığıdır yaptığımız

eğer can suyu olmamışsa
rahmet H2O ya dönüşmüşse
ve abdestiniz abdest olmamışsa
ölü doğmuştur namazlarımız

şimdi buyrun
kendi cenaze namazımıza
ölü namazlarımıza
el-fatiha diyebiliriz
gönül rahatlığıyla!...

Etkin.Z


27 Ekim 2010 Çarşamba

abdesti son abdestinizmiş gibi almak


abdestiniz eğer son aldığınız abdest olsaydı o abdesti nasıl alırdınız?
diyelim ki, bir savaştasınız ve belkide son abdestinizi alıyorsunuz
neler düşünürdünüz ellerinizi yıkarken?
neler hissederdiniz ağzınızı burnunuzu yıkarken?
yüzünüzü yıkarken bir daha hiç yıkayamayacağınızı biliyorsanız nasıl yıkardınız?
tövbeler edermiydiniz geçmişinize yönelik?
yeminler edermiydiniz geleceğinize yönelik?
kendinize ne sözler verirdiniz?
Allaha ne sözler verirdiniz?
savaş meydanına tertemiz mi varmak isterdiniz?
ölüme abdestli varmak istermiydiniz?
o zaman gerçek abdest alırmıydınız?
tövbe ya Rab, affet Allahım diyerek
gönlünüzü, zihninizi, geçmişin izlerini, geleceğinizi temizlemeye çalışırmıydınız?

büyük savaşın nefsle savaşmak olduğunu söyleyen bir peygamberin ümmetiyiz

insanlar gibi kalplerde ölebilir
kalpler abdestsizlikten ölebilir
kalpler kirden ölebilir
kalpler temizlenememekten ölebilir
kalpler pas tutabilir(83/14), kir kabuğu ile kaplanabilir(2/88),
kalpler kilitlenebilir(47/24), kalpler taş kesilebilir(2/74)

kalbinize can suyu olsun abdestleriniz
abdesti son abdest gibi almak kolay değildir
eğer abdestinizi son abdest gibi almakta zorlanıyorsanız
abdestinizi abdest gibi almak zorunuza gidiyorsa
bu gerçekten son abdestiniz olabilir
belkide bundan sonra abdest almayabilirsiniz
alamayabilirsiniz değil almayabilirsiniz
kalpleriniz taş kesilirse, su geçirmez hale gelirse
bu gerçekten son abdestiniz olabilir

abdesti yitiren namazı yitirir
namazı yitiren irtibatı yitirir
irtibatı yitiren kendini yitirir
kendini yitiren imtihanı yitirir

Etkin.Z

13 Ekim 2010 Çarşamba

ABDESTİN ÖZÜ NİYETTİR


Maide suresi 6. Ayet

Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman, yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı meshedin, iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz temizlenin. Hasta iseniz, yahut yolculukta iseniz, yahut biriniz abdest bozmaktan gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız, su da bulamamışsanız, temiz bir toprağa teyemmüm edin. Bunun için de yüzlerinizi ve ellerinizi o toprakla meshedin.
Allah size bir güçlük çıkarmak istemiyor,
fakat sizi temizlemek istiyor ve
şükredesiniz diye de
üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor

ve bakın Allahın resulü ne diyor,

"Allah sizin şekillerinize ve mallarınıza bakmaz.
O sizin kalplerinize ve amellerinize bakar." (Müslim, İbn Mace)

"Ameller, niyetlere göre değer kazanır." (Buharî)
Niyetin dil ile yapılıp yapılmaması farklı bir şey, Ancak Abdestte gönül-zihin niyeti abdestin olmazsa olmazıdır.

ABDESTİN ÖZÜ NİYETTİR

NİYETİNİZ YOKSA ABDESTİNİZDE YOKTUR

KİRLİ KALMAK İSE NİYETİNİZ ABDESTİNİZDE YOKTUR

ALLAHIN İSTEĞİNE UYUP TERTEMİZ OLMAK VE TERTEMİZ KALMAK DEĞİLSE NİYETİNİZ ABDESTİNİZ YOKTUR

ABDESTTEN VE NE DEDİĞİNİ BİLMEDİĞİNİZ NAMAZDAN HEMEN SONRA ELLERİNİ DALDIRACAĞINIZ KİRLİ KOVANIZI TAŞIYORSANIZ GÖNLÜNÜZDE ZİHNİNİZDE, O KOVAYI TEMİZLEMEYE KIYAMIYORSANIZ, O KOVAYI DÖKEMİYORSANIZ, O KOVAYI ATAMIYORSANIZ, YANİ KİRLİYSE NİYETİNİZ ABDESTİNİZ YOKTUR

ABDESTLE ALLAH ÜZERİNİZDEKİ NİMETİNİ TAMAMLAYACAKTIR, ÇÜNKÜ ABDEST SİZİ TEMİZLEYİP ALLAHA TESLİM EDECEKTİR, MÜSLÜMAN KILACAKTIR, İSLAM KILACAKTIR.
ABDEST SİZİ ALIP HUZURA ÇIKARACAKTIR
ABDEST SİZİ ALIP NİYETİNİZİ OKUYANIN HUZURUNA ÇIKARACAKTIR
ABDEST SİZİ ALIP NE DEDİĞİNİZİ BİLİNCEYE KADAR NAMAZA YAKLAŞMAYIN DİYENİN HUZURUNA ÇIKARACAKTIR
NİYETİNİZ TESLİM OLMAK DEĞİLSE ABDESTİNİZ YOKTUR

NİYETİNİZ TERTEMİZ OLMAK DEĞİLSE ABDESTİNİZ YOKTUR
ABDESTİN SİZİ TEMİZLEMESİ İÇİN ÖNCE NİYETİNİZİ TEMİZLEMELİSİNİZ

NİYETİNİZ TEMİZSE, ABDESTİNİZ SİZİ TEMİZLEYECEKTİR

VE ABDEST SİZİ TERTEMİZ OLARAK ALLAHA TESLİM EDECEKTİR

ABDESTİN ÖZÜ NİYETTİR!...

Etkin.Z


12 Ekim 2010 Salı

ABDEST VEREN ÇEŞMELER

SU MEDENİYETİ

Büyük bir ibadet zevki içerisinde hükümran olduğu tüm topraklara su getirmeyi, o suları da başkalarının sanat eseri diye nitelendirebileceği güzellikteki çeşmelerden, sebillerden ve hamamlardan akıtmış olan Osmanlı bu hassasiyetinden dolayı: "Osmanlı bir su medeniyetiydi" iltifatına mahzar olmuş ve bu haklı cümleyi kabullenmiştir.



Tarih boyunca bir yere su getirmek, çeşme kurmak; doğuda da batıda da sevap kabul edilmiş, bu yolda yapılan tesisler o devirlerin en güzel ve zarif sanat âbidelerini teşkil etmiştir. Şarkta din, suyu daha kıymetlendirmiş, bilhassa asırlarca İslâm dinini himaye ve yaymada büyük fedakârlık ve hizmetleri görülen Osmanlı’nın su tesisleri sanat ve mimarîlerinde çok önemli bir yer almıştır.Selçuk Sultanlarından ve Anadolu Türk Beyleri’nden günümüze kadar çok azı tamamen harap olmadan kalabilmiş üstü işlemeli o zarif çeşmeler, o güzel hamamlar bunların birer uzak hâtırasıdır. Selçuk, İran, Bizans gibi civar hükümetlerin sanat ve mimarî görüşlerinin tesirine rağmen kendine has bir tarz, bir üslûp almış olan Osmanlı Türklerinin sanat ve mimarîsinde ise su tesislerinin de kendine mahsus başkalıklarla ortaya çıktığı görülür. Zaten bu sebepten dolayı bir çok tarihçi: "Osmanlı bir su medeniyetiydi" der.



Osmanlı, daha beylikten devlete geçiş yaptığı ikinci padişahı devrinde yaşadığı bölgelere su getirmeye başlamış ve tabi ki bunu da bir sevap vesilesi saymıştır.

Bu seyir üzerinden Bursa'da Sultan Orhan zamanında başlayan ve dinî inşaatın içinde yer alan su tesislerini Edirne'de daha ilerlemiş bir şekilde, İstanbul'da ise büyük bir gelişmeye uğrayarak âbideleştiğini görürüz. Bütün bu sanat eserlerinin mermer cepheleri üzerinde Bursa devrinin, Klâsik devrin, yenilikte Lâle devrinin, sonraları Barok ve Ampir devirlerinin ve nihayet Uyanış devrinin sanatkârının ağır üslûbu, aydınlıkları, çiçekleri, münhanileri, girift hatları, sadelikleri devirlerinin kendilerine has ihtisasları halinde bulmak mümkündür.

Müslümanlarda insan şeklinin dinî telâkkiler dolayısıyla sanat eserleri üzerinde yer almamasına karşılık, zarif kıvrımların, ince ve cazip şekilli çiçek ve yemişlerin, çeşme, sebil ve şadırvanların mermerleri üzerinde güzel şekilleriyle yaraşacakları en uygun sahayı buldukları görülür.



Sultan Orhan Bursa'da dinî ve sosyal yapılarını kurdururken aynı zamanda, tepeleri sisli yemyeşil vadilerden sular toplayarak künkler, galeriler içinde şehre getirerek çeşmelerinden akıttırmıştı.

Osmanlı Türklerinin yeni kurdukları devletin tazeliği kadar yenilikle, civar şehirlerin binalarından ayrıldığı gibi, su tesislerinde de değişiklikler görülüyordu.Bunlar asırlardan beri devam eden Selçuk Sultanlarının revnaklı ve gelirli günlerinin süslü yapıları karşısında vakur ve asil bir sadeliğin güzelliği içinde âdeta sedef gibi parlıyordu. Sular ise bütün bu mermer tesisleri süslüyordu.

Suyu Osmanlı Türkleri mabetlerinin içine de almışlardı.

Yıldırım devrinde tamamlanmış olan Ulu Cami'nin kubbesi altındaki büyük mermer havuz, kendini saran ulûhîyet havası içinde günün loş aydınlıklarının süzülüşünde masallardaki şelalelerden dökülen sularla, yaprakları gecelerin nemiyle ıslanmış iri beyaz bir çiçek gibi, nice yüzyıllardan beri durmaktadır.

I. Mehmet’in Yeşil Cami'sinde ise fıskiyeli mermer havuzun günün aydınlıklarından içeri süzülen donuk akislerle koyu nefti gölgelerin titreşen hüznü içinde şeffaflaşıp esirleştiği görülür



Osmanlı da hemen-hemen yüksek rütbeli her devlet adamı muhakkak çeşmeler yaptırmıştır. Duvar Çeşmeleri, Köşe Çeşmeleri, Meydan Çeşmeleri, Namazgâh Çeşmeleri, Sütun Çeşmeler gibi çeşme çeşitleri, çeşme kültürünün bir ibadet zevkiyle nasıl geliştiğinin en önemli göstergesidir.


Sezai Karakoç’un “su yerine, süs akıyor dediği” çeşmelerimiz ciddi bir ilgiye muhtaçtır. Sayıları binleri bulan çeşmelerimiz ne yazık ki çok azalmıştır. Ve az sayıda kalan çeşmelerimizin birçoğu adeta kara yazgısına terk edilmiştir

‘ÇEŞME’ NİN KELİME KÖKENİ

‘Çeşme’, su kaynağı anlamında Türkçedeki göz kelimesinin Farsça karşılığı olan çeşm sözünden alınmıştır.

Bulundukları yere göre mahalle çeşmesi, şadırvan çeşmesi, oda çeşmesi, çoban çeşmesi gibi isimler alırlar.

ÇEŞME YAPISI:

Suyun çeşmelere kadar gelebilmesi için bentler, ızgaralar, havuzlar, su terazileri, künkler ve kemerler yapılmıştır.

Dış mekandaki çeşmeler çeşitlidir. Tek olarak tasarlanmış ya da sebil, türbe, namazgâh, hazire, sibyan mektebi, camiye giriş kapısıyla birlikte tasarlanmış olabilirler.

Çeşme mimarisinin basit bir strüktürü vardır. Mahalle çeşmelerinin arkasında kâgir bir su deposu bulunmaktadır. Ancak çeşmelerin mimarlık tarihi açısından önemi cephe tasarımındaki zenginliğidir. Klasik dönem çeşmelerinin yalın bir kuruluşu vardır.




Çeşme Yapısı

Niş: Cephede sivri kemerli bir niş bulunur.

Ayna Taşı: Nişin içinde üzerinde musluk bulunan ayna taşı yer alır. Osmanlılar, suya verdikleri önemi göstermek için çeşme aynalıklarına genellikle Enbiya Suresi'nin 30. ayetini yazarlardı: “Ve her canlı şeyi sudan yarattık.”

Musluk: Kanuni Sultan Süleyman dönemine kadar İstanbul çeşmelerinde musluk yoktu, su kesintisiz olarak çeşmelerden akardı. İlk defa 1560’lı yılların başında, su israfını önlemek ve insan sağlığını korumak amacıyla İstanbul çeşmelerine burma lüle adı verilen musluklar takılmaya başlandı. Lüle suyun çeşmeden son çıkış yeridir. Burma lüle ise musluk karşılığı kullanılmıştır. Musluk mandalında çoğunlukla stilize çiçek motifleri işlenmiştir.

Kurna: Çeşme tasarımı içinde; musluktan akan suyun toplanıp aktığı çukur bir tekne yer alabilir.

Seki: Kurnanın iki yanında bekleme sekileri bulunabilir.

Kitabe: Ayna taşı üzerinde bir kitabe yer alır. Dikdörtgen bir blok oluşturan yazı, dış duvar yüzeyinde, niş üzerindedir. Burada suyun türü ve yaptıranın adı, övgüsünü ve tarihini içeren yazılar bulunur. Çoğu kez suyla ilgili nükteli ifadeler de yer alır. Kitabeli çeşmelerin içinde ünlü hattatların yapıtları dikkat çekmektedir. Çeşmeyi yaptıran kişinin adı çeşme kitabesinde yer alır. Böylece bu kişi hem toplumsal konumunu sağlamlaştırır hem de ölümünden sonra manevi varlığını sürdürür. Çeşme musluğunu açan kişi artık yalnızca gündelik ihtiyacını karşılamakla kalmaz bu hayırsever insanı minnetle anan bir varlığa dönüşür.

Köşelik: Nişin sivri kemeriyle kitabe bölümü arasında kalan alan köşelik olarak değerlendirilmekte ve bu bölüme simetrik olarak iki rozet yerleştirilmektedir.

Çeşme cephesinin simetri ekseni üzerine dizilen bu öğeler çoğu kez bir silmeyle dikdörtgen çerçeve içine alınmıştır.

ÇEŞME ve SEBİL:

Çoğu kez çeşmelerle birlikte tasarlanan su mimarisinin ilginç örneklerinden biri de yol kenarlarından gelip geçen kişilere parasız içme suyu ve bayram, tatil gibi belli günlerde şerbet verilen hayır kurumu sebillerdir. Yerden bel düzeyine değin bir duvar örülüdür. Bunun üzerinde cephe kolonları arasında işlemeli madeni şebekeler yerleştirilmiştir. Madeni şebekelerin duvar seviyesinde küçük boşluklar bırakılmış, buralarda zincirle parmaklığa bağlanan maşrapalardan servis yapılmıştır. Sebillerin içine girilir ve bronz parmaklıklarla ayrılan sokağa buradan servis yapılırdı. Sebil örneklerine Ondördüncü yüzyıldan itibaren rastlanmıştır.





Türk sanatında başlı başına bir varlık teşkil eden çeşmelerin yanında suyun bir "aziz" gibi takdis edildiği devirlerde kurulan su hayratları arasında zarif Türk sebilleri de görülür. Bunlar çeşmelerin daha incelmiş, dantel gibi örülmüş birer su içme tesisleridir. Zamanla Osmanlı Türklerinin mimarî tarzlarındaki değişiklikler yukarda işaret ettiğimiz gibi su yapıları üzerinde de daima görülmüştür. Bilhassa çeşme ve sebillerde bu inkılâplar çok güzel müşahede olunur. Ekseriyetle yuvarlak ve yarım yuvarlak olan ve bazen de köşeli yapılmış olan sebillerin yanında bir de çeşmeleri bulunur ve her çeşmenin üzerinde "Her şeyi sudan yarattık" ayet-i kerimesi bulunur.



Bu bölümde bir çeşmenin bölümlerini incelemek istiyoruz.

Osmanlı çeşmelerinin bazı ortak noktaları var.



Hazne(hazine): Suyun depo edildiği yer.

Çatı: Haznesi olan çeşmelerin üzerini kapatan bölümdür. Buna bir de saçak eklenebilir.
Kitabe: Çeşmenin üzerinde çeşmeyi yaptıran kişinin adının ve çeşmenin yapılış tarihinin yer aldığı bölümdür.
Testi seti: Çeşmeden su alanların testilerini koyup dinlenebilecekleri bölüm.
Kemer: Çeşmenin ön cephesinde yer alan bölüm.
Lüle: Ayna taşı üzerindeki deliğe takılan su borusu
Ayna taşı: Üzerine musluk ya da lüle takmak için amacıyla yapılan bölüm
Yalak: Çeşmede akan suyun toplandığı, çevredeki hayvanların da su içebileceği bir bölüm
Su içme musluğu: İnsanların üzerini ıslatmadan su içebileceği küçük çeşme

hazine ) ; Suyun depo edildiği yer. "Hazine" kelimesinden türemiş ve toplanmış,biriktirilmiş,yedek saklanan anlamlarında olup çeşmeye isale hattı ile gelen suyun musluk kapatılınca biriktirilmesi,depo edilmesi için inşa edilmişlerdir. Kesme taştan, kaba taştan ve tuğladan inşa edilebildiği gibi bu malzemelerin karışık olarak kullanılması ilede inşa edilmişlerdir. Büyük çoğunluğunun üzerinde bir çatı olmakla beraber çatısız hazne örnekleride vardır. Çeşmelerin hazneleri genellikle dört yüzlü olarak inşa edilmiştir, ancak az sayıdada olsa üç yüzlü yada beş altı, sekiz yüzlü olan hazne örnekleri vardır. Çeşmeler büyük çoğunlukla haznenin bir yüzüne inşa edilmişlerdir.Bazı örneklerde ise haznenin birden çok yüzüne çeşme inşa edildiği görülmektedir.
Çatı ; Genellikle hazneli çeşmelerin üzerini kapatmak için yapılmışlardır. Bazı hazneli çeşmeler çatısız yapılabildiği gibi, haznesiz bazı çeşmelerede çatı ve saçak yapılmış olduğu görülmektedir. Çatılar genellikle taş ve tuğla ile örülmüş ve üzerleri sıva ile kaplanmıştır. Bazı çatıların üzeri ise kurşun levhalar ile kaplanmıştır. Çeşmelerin üzerinde üçgen çatı, beşik çatı, düz çatı, piramit çatı ve kubbe çatı gibi değişik tipte çatı modelleri bulunmaktadır.
Saçak ; Çeşmeden su alan insanların gölgelenip serinlemesini sağlamak için hazneli ve haznesiz bir çok çeşmeye saçak yapılmıştır. Hazneli çeşmelerin bazılarına çok geniş saçaklar inşa edilmiş ve yalnızca insanların gölgelenmesi değil, aynı zamanda hazne içindeki suyunda güneşin etkisinden korunması ve daha soğuk kalması sağlanmıştır. Saçakların bir bölümü sade olmakla beraber büyük çoğunluğu kenarları oymalı ve üzerleri işlemeli olarak yapılmışlar ve çeşmelere estetik açıdan apayrı bir güzellik katmışlardır.
Kitabe ; Taş veya mermer levhalar üzerine işlenmiş olan kitabeler genellikle çeşmeyi yaptıran kişiyi öven ve çeşmenin inşa tarihinin kaydedildiği manzum metinler içerirler. Kitabe üzerine harfler kabartma olarak işlenir ve yalnızca yazı içerirler, çok sayıda örnekte bazı motiflerinde işlendiği olmuştur. Bazı çeşmelerin kitabesi yoktur,bazılarında ise yalnızca kur'an danalınmış su ile ilgili ayetler işlenmiştir. Kitabelerde genellik karmaşık yazı teknikleri kullanılmış hatta bir kısmı son derece girift bir yazı tekniği ile yazılmıştır. Kitabelerin yazı dili büyük çoğunluğunda Osmanlıca olmakla beraber az sayıda örnekte Arapça ve Farsça kullanılmıştır. Genellikle çeşmenin kemerinin üst kısmına alınlık denilen bölgeye yerleştirilmiilerdir, bazı çeşmelerde ise kitabe kemerin altına ayna taşının üst kısmına gelecek şekilde yerleştirilmiştir, bazı çeşmelerde ise doğrudan doğruya ayna taşı üzerine işlenmişlerdir. Günümüzde çok sayıdaki çeşmenin kitabesi çalınmış durumdadır.
Alınlık ; Kitabe ve Tuğra gibi parçaların yerleştirildiği kemerin üst kısmı ile kemer dış kavisinin yan kısımları.
Maşrapalık ; İnsanların su içmesi için bir ucu zincirle çeşmeye sabitlenmiş olan maşrapanın konması için yapılmış oyuk. Her çeşmede maşrapalık yoktur, genellikle kemerin altında olmak üzere ve ayna taşının yanlarında yada hemen üst kısmında bulunurlar. Genellikle bir yada iki tane olan maşrapalıklar bazı çeşmelerde üç adet olabilmektedir. Dörtgen,dairevi, kemerli ve mihrap şeklinde olmak üzere değişik şekillerde olabilirler.
Ayna Taşı ; Üzerinde lüle yada musluk takılmak üzere bir yada birkaç delik açılmış olan taş yada mermerden yapılmış olan levha. Bir kısmına kitabede kazınmış olan ayna taşları genellikle süsleme sanatı açısından son derece güzel işlenmiş parçalardır. Kemerin iç kısmında yer alan ayna taşlarının bir kısmı küçük olmakla beraber bazıları kemerin içini tamamen kaplayacak kadar büyük olabilmektedir.
lüle ; Ayna taşının üzerindeki deliğe takılan su borusu.Lüle aynı zamanda Osmanlılarda su debisini ölçmekte kullanılan bir hacim ölçüsüdür ve günlük 52 m3 suya karşılık gelir.
Yalak ; Çeşmeden akan suyun içinde biriktiği ve bu sayede sudan hayvanlarında yararlanmasının sağlandığı yapılardır. Tekneler genellikle zemindeki tekne sedleri arasına konan taş veya mermerden yapılmış levhalar ile oluşturulmuşlardır. Tek parça taş yada mermerden oyularak yapılmış teknelerde vardır. Bazı çeşmelerde tekne, günümüz lavaboları gibi yüksekçe inşa edilmiştir. Bazıları sade olan tekne taşlarının,üzerleri kabartma motiflerle süslenmiş örnekleride vardır. Günümüzde birçok çeşmenin teknesi üst üste yapılan kaldırım ve asfalt'lama çalışmaları sebebiyle zeminin yükselmesi sonucunda yer altında kalarak görünmez hale gelmiştir.
Tekne seddi ; Çeşmenin zeminine, kemer kaide raşlarının hemen önüne inşa edilen sedlerdir.İki seddin arasına yerleştirilen mermer yada taş bir levha ile tekne'nin (Yalak) oluşturulmasına yardımcı olurlar, ayrıca insanların kova yada testilerini koyduğu yada aturup dinlendiği yüksek bir zemin oluştururlar.
çeşmecik ; Çeşmenin kemerinin iki yanına yada hazneli çeşmelerde haznenin köşelerine yüksekçe yerleştirilmiş olan ve bir tekneside bulunan küçük çeşme. İnsanların yere eğilmeden ve üstünü ıslatmadan rahatça su içmeleri için yapılmış olan çeşmecikler aynı zamanda çeşmelere estetik açıdan da büyük bir zerafet katmışlardır.
Dinlenme yeri ; İri hazneli çeşmelerin bir kısmına çeşmenin iki yanında olmak üzere mihrap şeklinde oyuk dinlenme yerleri yapılmış ve çeşmeler yalnızca suyundan yararlanılan yapılar değil aynı zamanda insanların oturup dinlendiği, serinlediği ve çeşme başındaki diğer insanlarla tanışıp sohbet ettiği mekanlar haline getirilmiştir.
Tuğra ; Genellikle doğrudan doğruya Padişahlar tarafından yaptırılan çeşmelerde bulunan, bazen çeşmeyi bir başkasıda yaptırsa devrin Padişahına saygı gereği çeşmelere yerleştirilen ve ekseri olarak bir madalyon üzerine kabartma olarak işlenmiş bulunan Padişah imzası.
Kemer ; Çeşmenin ön cephesinin ana eksenini oluşturan ve ayna taşının iki yanında çıkıntı olarak yer alan ve iki duvarın üstünün örtülmesine yardımcı olan mimari örtü. Aslında inşaat tekniği açısından çeşmelere kemer yapılması zorunlu değildir ve çeşmelerin ön cephesi tamamen düz duvar olarakta yapılabilir. Kemer yapılmasındaki asıl amaç mimari estetik kaygılar ve hazneli çeşmelerin çok uzak mesafelerdende tanınmasını sağlamak ve başka yapılardan ayırt edil mesini kolaylaştırmak içindir. Bir kemerin elemanları genellikle kesme taştan olmakla beraber mermer ve tuğladan da olabilmektedir.Tek parça taş yada mermer levha oyularak kemer görüntüsü verilmiş çeşme örnekleride vardır. Kemerler genellikle sade olmakla beraber bazı çeşmelerde kemerler üzerinede kabartma olarak süslemeler yapılmıştır. Osmanlı çeşmelerinde basık kemer, kalkık kemer,yarım daire kemer, armut kemer ve sivri kemer gibi değişik tiplerde kemerler kullanılmıştır.

SELSEBİL
Kademe kademe küçük yalaklardan oluşan ve birinden diğerine dökülen suların aşağıdaki havuz veya kurnaya toplandığı dekoratif amaçlı yapılar, selsebil olarak adlandırılmıştır.
Avlu, park ve bahçelere süsleme unsuru olarak yapılır. Selsebiller bu özellikleri ile göze hitap ederler. Selsebiller, üzerlerinde yer alan çanakçıklardan lüleler kanalı ile suyun yukarıdan dökülürken çıkarttığı şırıltılar, kulaklara adeta bir müzik zevki verir ve dinlendirirler. Selsebillerin yapılma nedenlerinden birisi de küçük kuşların yıkanıp su içmeleridir

Suyunuz kesilirse size kim bir su getirebilir?"
Mülk suresi böyle sorar. Suyun kıymetini ise ona zor ulaşanlar daha iyi bilir.Doğrusu böyle bir medeniyet geçmişimiz olduğu içindir bakkaldan şişe ile su almaya alıştıramadık kendimizi.Bir damla su içiyoruz ve ardından çöp bırakıyoruz.Testiler de kırgın bize. Buz gibi su tuttuklarını unuttuk ve vefasızlık yaptık belli ki.


Muzaffer ve Behçet Alper tarafından Osmanlı İmparatorluğu döneminde inşa edilmiş olan İstanbul'daki TARİHİ SU TESİSLERİ VE ÇEŞMELERİ belgeseli çalışması yapılmış. 1991 - 1998 yılları arasında 7 yılda gerçekleştirilen "İstanbul'un Tarihi Çeşmeleri " konulu belgesel çalışması şurada sergilenmiş.
Şurada da tarihi çeşmelerle ilgili bir slayt çalışması mevcut.
Su vakfının İstanbuldaki tarihi çeşmeler ile ilgili çalışması da görülmeye değer.

ABDESTİN İZİ

O izlerden tanınırız

Bir iz vardır bizi bize tanıtan

Bizi kendimize tanıtan

Su damlalarıdır o saçlarımızda, toprak taneleridir alınlarımızda.

Dizlerimiz bükülmeyi bilir, alınlarımız yere değmeyi.

Suya kanmıştır ellerimiz.

. . .

Allah Rasulü s.a.v. arkadaşlarıyla birlikte olduğu günlerden birinde bir özlemini dile getirdi:

– Kardeşlerimi görmeyi ne kadar da çok arzulardım.

Arkadaşları sordular:

– Bizler senin kardeşlerin değil miyiz ey Allah’ın Rasulü?

Allah Rasulü s.a.v. buyurdular:

– Sizler benim arkadaşlarımsınız. Kardeşlerim ise henüz dünyaya gelmedi. Onlar beni görmeden severler, bana beni görmeden inanırlar.

Arkadaşları tekrar sordular:

– Peki, henüz dünyaya gelmemiş o kişileri nasıl tanıyacaksınız?

Allah Rasulü s.a.v. şöyle dedi:

– Düşünün ki bir adamın ayakları ve yüzü beyaz olan bir atı var. O kimse bu atını hepsi simsiyah olan bir at sürüsü içinde tanıyıp bulamaz mı?

– Elbette bulur ey Allah’ın Rasulü, dediler. Allah Rasulü s.a.v. buyurdular:

– İşte o kimseler de mahşer yerine abdest azaları bembeyaz olduğu halde gelecekler. Ben onlar geldiğinde Kevser suyundan ikram etmek için önceden havuzumun başına gideceğim ve onları bekleyeceğim.

ELVİDA ÜNLÜ

MAVİ DAMLANIN HİKAYESİ

İnsan onda kendine bakmış, yüzünü görmüş. Yalnız insan mı, medeniyetler de yüzüne bakmak ve kendini görmek için suyu seçmiş. Ve su, o kadar berrakmış ki, bakana ayna oluvermiş.

Hayat bu, su gibi akıp geçermiş. Ama yine de suya “hayat” denmiş.

İnsanoğlu tarih boyunca nerede bir su görse, kenarına ilişip bir canlı hayat, bir yerleşim ve bir uygarlık kuruvermiş.
Yusuf Has Hacib “Ev almak istersen komşunu sor, yer almak istersen suyunu sor.” demiş. İnsan bunu sular seller gibi ezberlemiş. Öyle ki bütün göçenler, yer yurt arayanlar, nerede bir pınar başı, bir göl ya da nehir kenarı bulmuşlarsa önce orayı yurt edinmiş, ekmeği taştan çıkartmak için, önce suyu görmek istemiş. Su insanı, hayvanı, otu, sebzeyi, meyveyi, atmosferi ve dünyayı beslemiş. Temel unsurlardan (anasır-ı erbaa) biri oluvermiş.

Çakıl taşlarının arasından, sert ve kuru toprağın çatlağından, yerin altından âb-ı leziz fışkırmış. Âb-ı lezizi bulanın nân-ı aziz araması da su götürmez gerçekmiş.

Su başaklara boy vermiş. Ama buğdayın nân olabilmesi için, taşıma suyla dönmeyen su değirmenlerinin yapılması gerekmiş. Sonra, su az gelirse değirmenin taşı da yavaş yavaş döner ve un kalitesiz oluverirmiş. O undan da belki aş olur ama nân-ı leziz olmazmış. Taşı sıksa suyunu çıkaran insan arklar yapmış, değirmene oluk oluk sular akmış.
İnsan onda kendine bakmış, yüzünü görmüş. Dile ilham gelmiş, su üstüne düşen desenlerin sanatına “su yüzü” anlamına gelen “ebru” denmiş. Her insan bir ebru kabul edilmiş, her desen (suret) suya sadece bir kere düşüvermiş.

Yalnız insan mı, medeniyetler de yüzüne bakmak ve kendini görmek için suyu seçmiş. Ve su o kadar berrakmış ki, bakana ayna oluvermiş. Su, güzelliğin tarif edilemez haliymiş ve insan “su gibi güzel”e benzetilmiş.

Su küçüğün, havadan sudan konuşmak büyüğün hakkıymış. Hava ve suya sevdalanan insan aylarca toprağa basmadan deryaları dolaşmış. Su da büyüklük edip, köpük köpük denizlerde koca gemileri taşımış.

Su hürmet, asalet, temizlik, bolluk ve bereket toplamış içine ve “medeniyet” oluvermiş.

Çeşmelerden Akan Medeniyet

“Temizlik imandandır” hükmüne inanan ve temizliği hayatın temeline yerleştiren müslüman toplumlar, temizliğin ilk ve en önemli şartının su olduğundan hareketle, su ile insana hayat hakkı verene, her şeyi sudan yaratana şükrettiler ve suya kutsal anlamlar yüklediler. Musa’yı kollarında uyutan Nil’i sevdiler. İbrahim’i ateşte serinleten, Yusuf’u saklayan, Hacer’i ve İsmail’i doyurana “aziz” dediler ve “su gibi aziz ol” diye dua ettiler.

Tarihte suya bir medeniyet izafe eden Osmanlı’da, suyun hem kıymetini hem de bu kıymetin mücessem hale geldiği unsurları alabildiğince görüyoruz. Bir su medeniyeti inşa etmek için evvela suyu çok iyi tanıyan Osmanlı, içerisinde mistik bir arıtma ve temizleme gücü bulunduğuna işaret etmiş, bunu çeşmeler, sebiller, selsebiller, suluklar, şadırvanlar, sarnıçlar, hamamlar ve köprüler ile yaşayan ve hür olan bir şekle büründürmüş.

‘Su, sudur!’

Bir bilim adamına, “Bize suyu tanımla!” dediklerinde birkaç gün mühlet istemiş. Kitaplar karıştırmış, araştırmalar okumuş, geceler boyunca bin bir türlü tanım yapmış ve bir sabah, küçük bir deri parçasının üzerine şu cümleyi yazdıktan sonra kimseciklere görünmeden o şehri terk edip gitmiş: “Su, sudur kardeşim!”

Su, sudur evet. İnsan kadar izahtan uzaktır. Yaratılışın sırrını taşıması münasebetiyle, tanımda ahengi bozulandır. Sesi, kokusu, tadı bir de deyişi olan ve eline su dökülmeyendir. Yağmur da, buhar da olandır. Balıklara üç öğün yemek hazırlayandır. Pişmiş aşa katılandır. Gerektiğinde ibret olsun diye havanda dövülen, sabra götürsün diye kalburla taşınan, gönlü olmayınca bin dereden getirilendir. Kız çocuklarına ilk öğretilen “su taşı” dır. Sandıklar süsleyen “su oyası” dır.

Allah’ın ilk yarattıklarından ve serbest bıraktıklarındandır. O’nun Cemal ve Celal sıfatlarını temsil eden, Hayy (diri) ismine işarette bulunandır.

Suyunuzu Nasıl Alırdınız?

Türklerin su konusunda rütbe sahibi oluşu, su ile olan sıkı münasebetleri, Sir Henry Wood’a; “Bir Türk yudumladığı suyun hangi pınar ve kaynaktan çıktığını hemen bilir.” dedirtmiş.

O yüzden suyu erbabına sormalı. Taşdelen mi, Karakulak mı, Hamidiye mi, bir yudumda anlar. Tabii erbabın etrafında saman altından su yürütenler yoksa.

Su katılmamış Taşdelen’cilerden bir paşa, sürgüne gönderilir. Oraların suyunu içemez ve tutturur ille de Taşdelen Suyu... Vilayetin önde gelenleri seferber olur, en güzel sular ikram edilir ama yok, Paşa Taşdelen’den başkasına yüz vermez. Paşa’ya ders verip biraz da intikam almak için İstanbul’dan Taşdelen Suyu getirilir ama Paşa’ya ikram edilirken, “Kaçgar Suyu’dur” denir. Paşa bir yudum alır, mest olur ve “Demek ki Taşdelen’in bir kolu da Kaçgarlara uzanıyor..” der.

Namık Kemal ve arkadaşları Jön Türkler, Londra’ya giderken yanlarında İstanbul’dan Karakulak Suyu götürmüşler. Süheyl Ünver, İstanbul’dan hacca giden su meraklılarının yanlarında İstanbul suyu götürdüklerini, hacdan dönerken de eğer su artarsa, kıyamayıp geri getirdiklerini yazar.

Koskoca Yahya Kemal ve içtikleri su ayrı gitmeyen arkadaşları da, bazı akşamlar toplanır, farklı yerlerden aldıkları sularla yarışmalar yapar, “bil bakalım bu nerenin suyu” diye sabaha kadar su içerlermiş.

Tanpınar ‘Beş Şehir’de, gurbetteki bir kadının ateşli humma nöbetleri geçirirken “Hünkâr, Şifa, Çırçır, Sırmakeş” diye günlerce sayıkladığını ve kendisine İstanbul Suyu götürülünce şifa bulduğunu yazar.

Şair, “Hamravat suyu dondu. Dicle’de dört parmak buz. Ama seni baharmışın gibi düşünüyorum.” dizeleriyle, “siz asıl Anadolu’nun sularına bakın” mı demek istemiştir? Öyle ya, Hamravat, Bursa Suları, Çene Suyu ve daha nice âb-ı lezizin az mı hikâyesi vardır.

Evliya Çelebi yine mi abartmıştır bilinmez ama şöyle nakleder: “Eski bilginler Hamravat Suyunun içine pamuk koyup tarttılar. İstanbul’da Eski Saray Kapısı önündeki biricik çeşme suyu ile de başka pamukları ıslattılar. Hamravat Suyu ile ıslatılan pamuklar hafif geldi. İşte böyle hafiftir Hamravat suyu. Pamuk ağır olsaydı, suyun acı ve faydasızlığına delalet ederdi.”

Su Edebi, Su Edebiyatı

İstanbul’da 1925’te 1553 çeşmeden su akıyordu. Bugün suyu akan çeşme sayısı 800. Sadece bu sayılar bile, klasik ve modern edebiyatın neden bu kadar “su”lu olduğu hakkında fikir verir. Divan Edebiyatı’nda meşhur “âb-name”ler vardır. Her ezberde en az biri saklanan şiirler, türküler, şarkılar… “Su duadır, yakarış, ayna, berraklık, saffet / Onun madeni gökte altınlar gibi sarfet!”

Yaşar Kemal’in kitabına “Karıncanın Su İçtiği” ismini vermesinin; Karadenizli balıkçıların, “deniz o kadar durgundu ki, balıklar bile su içiyordu” deyişine bir gönderme olup olmadığını ise hâlâ merak etmekteyim.

Biz, hayatın sudan yaratıldığını öğrendik, suya “aziz” dedik. Yüzyıllarca onunla birlikte yaşadık ama kirletmedik, haram bildik israf etmedik, üzerinde mülkiyet iddia etmedik, onu metazori ele geçirmedik, üç kuruş için önünü kesmedik.

Su ile hayat arasındaki ilâhi dengeyi, “suyun bir zerresi ile deryası karşısında, aynı derecede edepli olmak” diye öğrendik. Nehir kenarında abdest alırken dalgınlıkla kolunu dört kere yıkayan dervişi, “Bir şeyin çok ve bol oluşu, senin onu çok ve bol kullanmanı gerektirmez!” diye ikaz eden arkadaşına kulak verdik.

“Ama köprünün altından çok sular geçmiş” diyen sulanmış zihniyete, bu edebi anlatmak için bin dereden su getirmek bile iktifa etmez.

‘Sular Yandı, Sular Sarardı’

Nehirler kuruyor. Kaynaklar azalıyor. Bütün küresel dertler en çok da suyun önüne gem vuruyor. Çocuklar artık su savaşını, bahçeler ve hortumlar bulunamadığından pahalı oyuncak su tabancalarıyla yapıyor. Çocukların pahalı silahlarla yaptığı su savaşları, korkarım bir bardak suda fırtına koparmaya ayarlı büyüklere kötü örnek olacak. Ve çocuklar, büyüyünce tarih kitaplarında ülkeler arası su savaşları okuyacak.

“Sudan ucuz” artık sadece deyim mesabesinde. Markasına dikkat edilerek alınması salık verilen ruhsatlı damacanalar, güvenli kapaklı, tescilli amblemli ama her eve giremeyecek kadar külfetli.

Radyoda bir türkü çalıyor, “Su gelir güldür güldür, gel de yar beni güldür.” Yar belki güldürmeye namzet de, güldür güldür su gelse gelse musluktan gelmekte. O da ha kesildi ha kesilecek, can çekişmekte. Üstelik Haşim söylemiş, “Sular yandı, sular sarardı.” demiş. Şimdi yar kara kara düşünmekte, ak ellerin soğuk suya nasıl batırır…

Ecdadın su zevkini, suya verdiği kıymeti, miras olarak devam ettirenler var mıdır hâlâ bilmem ama uzaklarda bir yerlerde Fuzuli “Su Kasidesi”ni, buralarda birileri de en azından su üstüne yazılar yazıyorsa şükür ki, hâlâ içimize su serpen bir “âb-ı leziz” var.

Yağan ve fışkıran..

semerkand dergisinden

ABDEST NURDUR

Abdest nurdur

Efendimiz s.a.v. buyurdular:

“Şüphesiz benim ümmetim, kıyamet gününde abdest izlerinden dolayı yüzleri nurlu, elleri ve ayakları parlak olarak çağırılacaklardır. Yüzünün nurunu artırmaya gücü yeten kimse bunu yapsın (abdest azalarını daha etraflıca yıkasın).

Ve dediler ki;

“Müminin nuru ve beyazlığı, abdest suyunun ulaştığı yere kadar varır.”

Hepimiz biliriz bir gün de şöyle demiştir:

“Abdest üzerine abdest almak nur üzerine nurdur.”

ELVİDA ÜNLÜ

YAĞMURDAKİ ÖLÇÜ


O, gökten ölçüye bağlı olarak su indirmiştir. Onunla ölü bir bölgeyi canlandırdık. İşte siz de böyle çıkarılırsınız. 43 Zuhruf Suresi 11

Yağmur, Allah’ın insanlara en büyük hediyelerinden biridir. Allah yukarıdaki ayette yağmurun bir matematiği olduğunu, yağmurun rastgele değil, belli ölçülere bağlı olarak yağdığını anlatmaktadır. Yeryüzümüzde su; sıvı, gaz, katı halleri arasında mükemmel bir çevrim ile halden hale girmektedir. Bu çevrim sırasında su, çok harika bir şekilde enerji dengeleyici olarak iş gördüğü gibi tüm canlıların temel ihtiyacını da karşılamaktadır.

Beş yüz yıl önce yağmurla ilgilenen bir bilim adamına, “yağmurda ölçü var mı, yağmurun sayılarla ifade edilecek bir yönü var mı?” diye sorsaydınız hiçbir cevap alamazdınız. O dönemin insanları, Dünya’nın her yanında oluşan meteorolojik olaylardan haberdar olmadıkları için yeryüzüne düşen yağmur miktarı hakkında bir şey söylemeleri mümkün değildi. Oysa Kuran, 1400 yıl önceden yağmurun ölçüye bağlandığını haber vermektedir. Son yüzyılda yapılan araştırmalarla yağmurun nasıl yağdığı, Dünya’daki suyun çevrim özellikleri iyice anlaşıldı. Keşfedilen gerçeklerden biri de Dünya’ya her sene aynı miktarda suyun yağmur olarak yağdığıdır. Bu değer saniyede 1617 milyon ton arasındadır. Böylelikle Dünya’da senede 500 milyar tonun üzerinde yağmur yağmakta ve bir o kadar su da göğe doğru buharlaşmaktadır. Bu değerler her yıl sabittir. Yeryüzündeki ekolojik dengenin sağlanmasında bu değerin sabitliğinin rolü büyüktür. Günümüzden bir kaç yüzyıl önceki bir bilim adamı bile kendi yaşadığı bölgeye düşen yağmur miktarı her yıl değiştiği için, yağmurun bir ölçüye bağlı olduğunu bilemezdi. Büyük bir olasılıkla herhangi bir sayıyla yağmurun yağışı arasında hiçbir bağlantı olamayacağını söylerdi.

SUYUN ÇEVRİMİNDEKİ HESAPLAR

Yağmurun yağışında ve suyun çevriminde birçok karışık hesap iç içedir. örneğin araştırmacılar hergün suyu ısıtan Güneş’e rağmen, tropik ozon tabakasının üst kısmındaki sıcaklığın neden hiçbir zaman 28 derecenin üstüne çıkmadığını merak ettiler. Sonunda şu ince ayarlama keşfedildi: Yalnızca su buharıyla soğuma olayı değil, bulutların gölgesi de özellikle sıcak bölgelerde ozon tabakasının iyice ısınmasını önlüyor… Bulut kümelerinin gölgesinde sıcaklık birden düşüyor. Bu yüzden yeryüzünün ısınmasını engelleyen doğal bir kalkan görevi görüyor. Su buharı aynı zamanda sera etkisi yapan bir gaz… Karbondioksit, metan ve diğer gazlarla birlikte Atmosfer’de gözle görülemeyen bir yalıtım katmanı oluşturuyor. Bu katman, normal şartlarda yerküreye düşen enerji ışınlarının tümünün, çok soğuk olan Uzay’da kaybolmasını önlüyor. Su buharı “doğal sera etkisinin” %60′ını, böylece yerkürenin göreceli olarak sıcak olan temel iklimini oluşturuyor. Tüm bu hesaplar yaşamın devamı için o kadar ince ayarlarla planlanmıştır ki komşu Venüs gezegeninin etrafında dönen sera bulutlarını incelersek bunu anlayabiliriz. Kalıcı yoğun bulutlar Venüs’ü öyle sarmıştır ki Güneş ışığının ancak yarısı gezegene ulaşabilir. %97′lik karbondioksit oranıyla burada süpersera etkisi olmakta ve sıcaklık 500 dereceyi bulmaktadır. Bu sıcaklık insanların yaşayabileceği sıcaklık aralığının çok üzerindedir. Dünya’mızda suyun çevrimi; sıvı, bulut, su buharı gibi oluşumlarıyla o kadar ince ölçümlerle gerçekleştirilmektedir ki gezegenimiz ancak bu sayede yaşanabilir bir alan olmaktadır.

Bulut, su buharı şeklinde doğan, fakat hemen çok küçük su zerrelerine dönüşen fiziki bir yapıdır. Bu yüzden suyun genel özelliklerinden farklı olarak bulutlar -30 derecede bile donup düşmezler. Kuran’da dikkat çekildiği gibi gökyüzünde dağlar gibi bulutlar vardır, ama şiddetli soğuklar bile bunların buzdağına dönüşüp insanların üzerine düşmelerine sebep olmamaktadır. Bulutların ve yağmurun oluşumundaki ince düzenleme olmasaydı, suyu Yaratan suyun kimyasal özelliklerindeki ölçüleri gereği gibi ayarlamasaydı, hiç şüphesiz bu sistemin işlemesi mümkün olmazdı.

Balkondan aşağı bir kaç kiloluk bir cismi bile attığımızda nasıl düştüğünü görmekteyiz. Su dolu bir leğeni alıp balkondan aşağı boşaltsak toplu bir halde ve hızlı bir şekilde suyun nasıl zemine çarptığını görürüz. Oysa Allah, dağlar gibi bulutlardan tonlarca suyun yeryüzüne yağışını o kadar mükemmel şekilde programlamıştır ki; tane tane yağan yağmur bela değil, rahmet olmaktadır. Kaldırma kuvvetinin dengelemesi ile yağmur yumuşak bir iniş yapmaktadır. Bu, Allah’ın fizik kurallarıyla yarattığı harika bir sanatıdır. Düşmenin ve hızın bu şekilde dengelenmesi fiziksel formüllerle de tarif edilebilir. Bu tarif edilebilirlik, bu hesaplanmışlık, hep Allah’ın yağmuru ölçülere bağlı yaratması ile olmuştur.

YAĞMUR HAYATTIR

İncelediğimiz ayetin devamında Allah, yağmurun ölü bir bölgeyi canlandırmasından bahsetmektedir. Bilindiği gibi yağmurun yağışı sayesinde kuru topraklar ekin vermekte, bitkiler var olabilmektedir. Canlılığın temel maddesi DNA’dır. Canlılığın sürekliliğini sağlayan, DNA’daki glisant hidrojen denen hidrojen köprüsüdür ki sık sık değişerek yeni bağlar kurar ve canlılığı aktarır. İşte bu hidrojen, yalnız suyun iyonlara ayrılışı sırasında ortaya çıkan hidrojenle değiştirilmektedir. Susuz kalmış bir canlı, DNA’sını ve genetik şifresini kalıp halinde korusa bile, donmuş bir iskelet gibidir. Ne üreyebilir, ne de kımıldayabilir. Su gelip, ayrılan iyonlarından hidrojeni verdi mi canlı şifre harekete geçebilir. Bu özellikler mikrop gibi canlılarda görülür. Daha gelişmiş canlılar doku düzeyleri susuzluktan bozulduğunda, yeni su gelse de canlılıklarını bir daha kazanamazlar. Yağmur her şekilde bitkilerin ve bakterilerin canlanma kaynağı olmaktadır.

Tüm bunlardan sonra dikkatlerimizi ayetin üçüncü cümlesindeki “İşte siz de böyle çıkarılırsınız” ifadesine çevirelim. Tüm bu incelemelerimizle beraber ayetin bizim zihnimizde çağrıştırdıkları şöyledir: Allah çok ince hesaplarla, belirlenmiş bir ölçüyle yağmur yağdırmaktadır. Bu yağmur sayesinde ölmek üzere olan bitkiler, bakteriler canlanmakta, hayat bulmaktadır. Herşeyin ölçüsünü, hesabını bu kadar iyi bilen Allah için ölen insanın yeniden yaratılması çok kolaydır. ölçülerle belirlediği yağmurla, bitki ve bakterileri canlandıracak sistemi yaratan Allah, kendi katındaki ölçü ve bilgilere bağlı olarak insanı da yeniden yaratacaktır. Yağmurun yağışı sonucunda kuru, ölü topraktan bitkilerin fışkırması gözümüzün gördüğü bir süreçtir. Bu gördüklerimiz, Yaratıcımız için ölüyü diriltmenin, yarattığını bir daha yaratmanın, ölçüsünü, hesabını, formülünü bildiğini yeniden tekrar etmenin ne kadar kolay olduğunun delilleridir.

Kaynak: www.mucizeler.com