abdest - gusül - teyemmüm - abdestin anlamı - abdestin manası - abdest nedir - abdest almak - abdest nasıl alınır
"..... ALLAH size güçlük çıkartmak istemez, Ancak O sizi Tertemiz / Ak pak/Arı duru kılmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister, Umulurki şükredersiniz "
4 Ağustos 2008 Pazartesi
HAYDİ ALLAH RIZASI İÇİN TEMİZLE BENİ...
haydi temizle benim hasta kalbimi!
sen şifasın gönlüme,haydi arındır beni!
harama bulaşmış ellerimde kirler var bak!
harama değmiş gözlerimin feri sönmüş!
yanlış yollara sapan ayaklarıma kim gösterecek doğru yolu!
ey güzel abdest!haydi Allah rızası için temizle ruhumu!
ellerim uzanmasın hiç kötülüğe,hayırda yarışsın!
haydi Allah rızası için ayaklarımı doğru yola ilet!
öyle senin gibi berrak olayım!
öyle senin gibi huzur vereyim!
HAYDİ ALLAH RIZASI İÇİN TEMİZLE BENİ...
19 Şubat 2008 Salı
SU SIZIYOR - SU SIZLIYOR
BİRAZ GÖZYAŞI ALIRMIYDINIZ
Garip bir hal yaşıyordu son dönemlerde.Duaya el açtığında göz pınarları coşuyordu.Oysa erkekler ağlamaz diye öğrenmiş;ağlamanın zafiyet,acizlik,çaresizlik olduğu yönünde toplumsal empozelere maruz kalmıştı.Karanlığı,geceyi,sükûtu seviyordu.Odanın ışıklarını söndürdü.Koltuğun arkasına itina ile yerleştirdiği okuma lambası haricinde dış dünyaya çekti perdelerini.Satırlarda dalgalanan okyanusa açılmaktı niyeti.Radyo;lise yıllarından beri vazgeçilmez arkadaşıydı.Karıştırdı FM dalgasını.Minik Serçe şakıyordu:“Ağlamak güzeldir/Süzülürken yaşlar gözünden sakın utanma!”
Hay Allah’ım ya!.Yine mi ağlamak?.Biraz daha karıştırdı.Sanat Musikisi olmalıydı şöyle.Hani şu temiz aşklar sahnelenen Yeşilçam klasiklerinden birinin müziği mesela:“Duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini/Yazık olmuş o gözlerden sana akan yaşlara”
Yine gözyaşı!..Ufffff...Yok mu şöyle şıkır-mıkır oyun havası,enstrümantal bir şeyler falan? Anlaşılan olmayacak.İyisi mi kapamak radyoyu.Taktığı konu varsa,yemez-içmez araştırır üstüne giderdi.
Ağlamaya,gözyaşına takmıştı bir kere.Ayet-hadis bulmalıydı.Bir konu ayette, hadiste varsa kıymetliydi.
Hayatın içinde yaşanıp da Hayat Kitabında olmayan konu olur muydu hiç?Çağın en büyük nimeti saydığı internetten taradı ayetleri,hadisleri.Bulduklarını yavaş yavaş okuyor, düşünüyordu:
-Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz?(Necm-60)
-Hiç kuşkusuz, güldüren de O'dur,ağlatan da.(Necm-43)
-Kazanır oldukları yüzünden artık az gülsünler,çok ağlasınlar.(Tevbe-82)
-Bildiğimi bilseydiniz;az güler çok ağlardınız!/Hz.Muhammed(a.s)
Rasül neden böyle demişti?...O’nun bildiğini bilmeye kimin gücü yeterdi ki?O özel bir varlıktı. O halde neyi işaret etmek istemişti?..Ayetleri,hadisleri bazen mantık önermeleri gibi ele alır,kelimeleri,cümleleri farklı yerlerde düşünüp yeni anlamlar yakalamaya çalışırdı.Buldum dedi,buldum!..
Ne derlerse desinler,hüküm kalbe göreydi madem,madem ki kalp Nazargâh-ı İlahi idi,böyleydi işte.
Hem herkes kendi yaşıyordu,başkalarının yargısına ne hacet?!..
Sonra yürek titremesi diye bir kavram çıktı önüne:“İnanmış olanlar ancak o kişilerdir ki,Allah anıldığında yürekleri ürperip titrer ve onlara Allah'ın ayetleri okunduğunda,bu onların imanlarını artırır.” (Enfal-2)
Yürek neden,nasıl titrerdi? Gazze-Batı Şeria bombalanırken,Güney Asya’da binlerce insan tsunamiye kapılırken;mazlumların,açların,gariplerin haberlerini izlerken içlenmesi miydi? Yoksa daha farklı bir şey mi? Kalp titremesinin dışa vurumu;gözyaşı mıydı yoksa?Bunu Medine’de,Mescid-i Nebevi’de yaşamıştı bir Ramazan akşamı.İmam,Yusuf Suresinden okuyor,kuyuya atılma ayetine gelince sesi titriyor,hıçkırıklara boğuluyordu.Mihraptan yayılan hüzün bulutu dalga dalga kaplıyordu cemaati.
Topluca titriyordu yürekler.Yine gözyaşına çıkmıştı yolu.
Mesnevi’ye baktı biraz. Bakalım Aşkın Sultanı gözyaşı için ne diyordu?...Ooooo!...Neler demiyordu ki, Mevlana’nın hıçkırıkları duyuluyordu sayfalarda. Aşkla gözyaşı asırlardır yapışık ikizdiler.Mevlana sırılsıklam aşıktı Şems’e... Büyük aşığın iniltilerini,hasretini duydu cümlelerde:
-Akarsu neredeyse orası yeşerir. Gözyaşı varsa rahmet gelecektir.
-İki deniz olan gözlerin incilerle dolsun istersen,gam toprağından gözüne sürme çek de ağla.
-Dal,ağlayan buluttan yeşerir.Mum ağladıkça aydınlık artar.
-Tevbe tohumunu gözyaşı ile sulamazsan rahmet meyvesi nasıl beklersin?
Evliya Sözleri kitabına yöneldi.Şemseddin Yeşil,Allah Dostlarının aşklarını ne güzel de akıcı bir üslupla anlatmıştı..Bazen yaptığı gibi rast gele açtı sayfayı,parmağını koyduğu ilk satırı okudu:Ağaçlar meyve vermek için iki şey bekler:1-Güneşin Harareti.2-Semanın Yağmuru.Vahdet Ağacından Marifet yemişi yemek istersen iki şey gerek:1-Allah aşkının hararetiyle yanan bir Kalp.2-Gözlerinden akan yaşlar...
Gece neyse de güpegündüz göğsü sıkışıyor,içinde kaynayan volkan,yana yakıla patlamak istiyordu. O saatlerde sudan bahanelerle kaçardı kuytu köşelere.Kentin en gözde türbesine yol uğrattı ikindi vakti. Servili mezarlıkta huzur buluyordu.Birkaç ziyaretten sonra tam ayrılmak üzereyken cami avlusunda zamanla alay eden çınarlar altında gördü O’nu.Büyük sürprizdi karşılaşmaları.Mütevazı,nur yüzlü ihtiyarın elini öpmek istedi.Hafifçe kucakladı ihtiyar,el öptürmedi.Daha önce Onu bir başka şehirde görmüş ama içine sürüklendiği gerginlik nedeniyle istifade edememişti.Böylesi öze ermiş kimseler sessizce dinlenmeliydi. Soru sormak bile kayıp olabilirdi o an.Hal-hatırdan sonra ihtiyar sakin bir tonda başladı anlatmaya:
-Bir hayvan gördüm az önce..Kuş mu desem,kelebek mi?.. Acayip bir mahluk.Çiçekten çiçeğe, duvardan duvara konuyor,içecek su,yiyecek kırıntı arıyordu.Su da,yiyecek de yanı başındaydı ama göremiyordu mübarek!…
Büyükler böyle mecazlarla konuşurdu.Kuş yada kelebekte kim bilir neler saklıydı.
-İnsan da böyledir…Bazen yanı başındaki hazineyi göremez değil mi?.İyi bakmak gerek..Görmek gerek..Görüp de istifade etmek gerek..
Eyvallah, dedi..
-Allah’ı seviyor musun?..Duada için titriyor,namazda seccadeden yıldızlara seyahat edebiliyorsan Allah’ı seviyorsun demektir. Ama yetmez senin Allah’ı sevmen!.. Bakalım Allah seni seviyor mu?..
Beyni zonkluyor,başında ateşler yanıyordu.Ayak üstü ne ağır bir noktaya gelmişti sohbet!.Sesi titreyerek sordu:”Nasıl anlarım Allah’ın beni sevdiğini?” Sormasa mıydı yoksa!..Ya ağır bir görev yüklerse şimdi,ya yeni bir sınava kapı aralarsa nice olurdu hali? Soru ile başına iş alabilirdi,ama sormuştu bir kere.İhtiyar iki parmağını gözlerine götürüp yere doğru yavaş yavaş indiriyordu.Bir iki defa tekrarladı bu hareketi.
-Anladın mı?..Gözlerin yaş döküyorsa bil ki seviyor!..Çorak toprak yağmura susar değil mi?Toprak kuraklıktan çatlar,inler,kurur.Bulut yağmur bırakırsa,yer sevildiğini anlar! Kendinden semaya yönelince akar göz yaşı...İşte o semanın,meleklerin ikramı sana!..Göz yaşı senden akar sanırsın,semadan akar, melekler akıtır onu...Yaşlı nineler torunlarına öğretir ya;her yağmur tanesini bir melek indirir hani! Göz yaşını da melek indirir!..
Olduğu yerde öylece kalakalmış,yolu yine gözyaşına çıkmıştı.Vakit mesai sonlarına doğru ilerliyordu.
İstiyordu ki dede daha çok anlatsın.Bir yandan da sorumluluğu vardı,göreve dönmeliydi.Destur istemek bile ayıptı şimdi.Ama nasıl söylesindi? İyisi mi susmak, beklemekti.Gönül ehli bilirdi insanın içini.Akşam ezanı yaklaşırken dede camiye yöneldi:
-Dön artık...Daralırsan buraya akşamda,yatsıda uğra... Buralarda olurum ben.Allah’ı sev, O’nun da seni sevdiğini sinende hisset oldu mu?..
Burnunun dibindeki nimeti fark edemeyen kelebek(…) Allah’ı sevmek(…) Sevildiğini bilmek(...) Ve yine gözyaşı.Dakikalara hikmetler sığmıştı.Dini yayınlar satılan çarşıları seri adımlarla geçti.Kasetlerden ilahiler taşıyordu:
-Ağlar Yakup ağlar Yusuf’um deyuuuu....
-Medineye varamadım/Gül kokusun alamadım/Ben Rasüle doyamadım/Yaralıyım yaralıyım/Hacerul Esvedin taşı/Akıttı gözümden yaşı/Bulunmaz Rasülün eşi/ Yaralıyım yaralıyım.
Yağmur çiseliyor,melekler belirlenmiş noktalara taneler bırakıyordu.Meşhur ilahiyi mırıldanarak bindi dolmuşa:
Gece gündüz döne döne
İstediğim Hak’tır benim
Allah deyip yana yana
İstediğim Hak’tır benim
Yoluna terk edip canı
Akıtıp gözümden kanı
Ah eyleyip dünü günü
İstediğim Hak’tır benim
Münkirler aşk halin bilmez
Münafıklar yola gelmez
Ağlar bu gözlerim gülmez
İstediğim Hak’tır benim
Kor olayım kül olayım
Taşkın akan sel olayım
Çiğneneyim yol olayım
İstediğim Hak’tır benim
Mehmet DOĞRAMACI
SULARLA SINANMAK 1-2
SULARLA SINANMAK 1
Yaratılıştan bu yana en temel öge olan su, imtihanlarımız içerisinde de önemli yer tutar. Tarihin her döneminde, suyla imtihan vardır. Bazen bereket,bazen felaket olmuştur su, insanlık için. Kur�an, su ile imtihan olanlarla doludur. Su ile gelen felaketler,su ile ulaşılan başarılar vardır yüce kitapta.
Suların Annesi, İsmail�in Annesine
İlk su imtihanı Hacer ile Zemzem arasındadır. Çölün ortasında bebeği ile susuz kalan Hacer�in mücadele hediyesi olarak Zemzem bahşedilmiştir ümmete. Zemzem suların annesidir. Kıyamete kadar gelecek olan tüm insanlığa yetecek kadar bereketli ve lütufkârdır. O sadece bir su değil,aynı zamanda açları doyuran sofra,hastalara şifa kaynağı bir iksirdir.
Zemzeme ulaşmak için Hacer gibi gözü kara bir tevekkül sahibi olmak gerekir. Eşine dönüp �Beni bebeğimle buraya bırakmanı Rabbim mi istedi?� sorusuna�Evet�yanıtını aldıktan sonra,� Öyleyse haydi git. Allah bize yeter!.. �diyebilecek kadar tevekkül.Bu tevekkülün armağanı da Zemzem gibi mucizevi bir su. Hacer ve oğlu, sabır ve tevekkülü içeren su sınavını kazandılar. Peki ya diğerleri?..
Endülüs; Gemileri Yakanlarındır
İspanya�nın fethi sırasında,gemilerle karaya çıkan Tarık Bin Ziyad; gece gizlice limana gelip tüm gemileri ateşe verir. Ordu şaşkınlıkla limana koştuklarında elinde meşalesiyle komutanlarını görürler. Şöyle seslenir onlara: �Gemileri de yaktım. Silin aklınızdan geri dönüşü. Ya burada İslam�ın muzaffer olması için çarpışacak, Şehid olacaksınız ya da denizde boğulacaksınız!.. Başka çıkış yok�
Bu sınav da kazanılır ve İspanya fethedilir.
Nehir Geçip Su İçmemek
Kur�an�a baktığımızda ise Davud kıssasında, başka bir ordu ve komutanını anlatılır. Çölde süzülen ordu için susuzluk baş gösterir. Kur�an bu kıssayı şöyle anlatır:�Tâlût, İsrailoğullarına öğütte bulundu. Onlara şöylece seslendi: "Allahu Teâlâ sizi bir nehir ile imtihan ediyor. O nehirden içen, benden değildir. Ondan eli ile ancak bir avuç içen bendendir" dedi. Onların pek azı müstesna, diğerleri içti. Tâlût ile iman edenler nehri geçtiklerinde: Bugün Câlût ve askerlerine karşı duracak takat bizde yoktur dediler. Allah'a kavuşacaklarını bilenler. Nice az bir topluluk vardır ki, Allah'ın izni ile daha çok olana galip gelmiştir. Allah, sabredenlerle beraberdir. ' dediler. " (el-Bakara, 2/249)
Amâlika ordularının başında Câlût (Golyat) bulunuyordu. Câlüt'un ordusuyla karşı karşıya gelen mümin kitle söyle dua etti: "Ya Râb, üzerimize sabır ve sebat ihsan eyle, ayaklarımızı sabit kıl ve kâfir kavme karşı bize yardım et. " (el-Bakara, 2/250)nefsine hükmetmeyi bilmeyen, adalet ile hükmetmeyi nasıl becersin?.Bu talimatı başaramayan, diğer talimatlarda nasıl dirayetli olsun? Burada asıl maksat;
nehirde su içmemek değil, imkânlar ortasında bile imkânsız gibi dirayet kazanmayı öğrenmektir. Talut ve orduları işte onu başardığı için zafer kazanır.
Rasul�ü Her ŞeyeTercih etmek
Su sınavını kazananlardan biri de Ebu Zer...Onu Ebu Zer yapan şeylerin arasında,su imtihanı başarması yer alır. En çok sevdiği şeyi nefsinden önce Rasule vermiştir. Çölde kaldığı, sıcak ve susuzluktan bunaldığı bir savaş arefesinde ,yağmur sularıyla dolu buz gibi bir kaya kovuğu bulur.Su kırbasına o suyu doldurur.Kendi içmeye kıyamaz.Peygamberimiz o sıcakta kendinden daha layıktır buz gibi yağmur suyuna.Çölde saatlerce ilerler.Yarı baygın kafileye yetişir.Konaklama yerine ulaştığında bayılır.Sahabe ve Rasul, koşarlar yanına. Su içirirler, kendine gelir.Bakarlar ki kırbası su dolu şaşkınlıkla sorarlar �Neden içmedin bu suyu?�Der ki �O kadar tatlı ve güzeldi ki Rasulullah�a hediye etmek istedim.� Bu hali görüp gözyaşlarını tutamayan Peygamber, öyle bir dua eder ki,orada olanlar ağlar. Cennet müjdesi alınmıştır artık.
Kıyamete Kadar Tekrarı İmkânsız Olay
ll.Mehmet�i Fatih Sultan Mehmet yapan da su sınavını başarıyla aşmasıdır. Yüzyıllar öncesinden Rasulullah�ın hadisi ile övülmüştür.�Konstantiniye fethedilecektir. Onu fetheden ordu ne kutlu ordu!O komutan ne kutlu komutandır!�.Kimsenin cesaret edemediği Haliç�e gemileri �Allah bana yeter�duasıyla aşıran Sultan Mehmet�tir.Bu olay hakkında uluslararası bir ansiklopedi şu notu düşer: Kıyamete Kadar Tekrarı İmkânsız Olay!.. O da diğerleri gibi suyla sınavı geçmiş ve Fatih Sultan Mehmet olarak dünya tarihinden Bizans�ı silmiş,insanlığa İSLAMBUL armağan etmiştir.
Sudan Selamete Çıkanlar
Yunus su imtihanını �La ilahe ente sübhaneke inni küntü minezzalimin �diyerek aşmış. Hz.Eyyub için ise su, sabrının mükâfatı olarak verilmiştir. Kendisine verilen kaynak suyu ile yıkanan o yüce Peygamber hem hastalığından şifa bulmuş,hem de kendinden sonra gelecek tüm insanlığa kaplıca suyunun şifasını işaret ederek tedavi metodu sunmuştur. ( İşte yıkanacak bir yer, işte içilecek soğuk bir su!..." dedik) Sad/42
Osmanlı imparatorluğu döneminde bazı ruh hastalarının su sesi ile tedavi edildiklerini biliyoruz. Bir hadiste �Denizi seyretmemiz� buyurulur. Oradaki dinginlik ve ferahlık çoğu zaman terapi etkisi yapar kişilerde.
Mevlana mesnevisinde suyu şöyle sunar:� Yağmur pis şeyleri arıtmak için gökten yağar. Suda binlerce ilaç gizli. Ağaçlara gider meyve olur,içilir ilaç olur,deniz olur gemileri taşır. Yeryüzünün yetimlerini su besler�.(Mesnevi6-.cilt)Oysa yağmur ile helak olan binlerce kavim vardır. Ad kavmi gibi.Ya da yağmurun bereketiyle yeniden yeşeren kavimler.
Ecel Kapısında Kardeşini Tercih
Su sınavını kazananlardan biri de Bedir şehitleridir. Mümin kardeşini öz nefsine tercih eden şehidler. Bedir savaşı sırasında son nefeslerini vermek üzere olan şehidlere su götüren bir sahabe, diğer yanda inleyen kardeşini fark edince �ona götür �deyip kendisi susuz şehadet eden. Diğerine götürdüğünde ise, başka bir şehidin içmesi için kendinden vazgeçerek,susuz ölen.3 şehidi unutabilir miyiz?..Bir yudum dahi su içemeden, kardeşini kendilerine tercih eden bu sahabelerde su sınavını en güzel şekilde aşmışlardır.
Suya Doyamayan Rasül Torunları
Ya Kerbela!..Çölün en kurak yerinde susuzluktan kırılan, inanılmaz bir katliam kerbela...
Olayı kısaca özetlersek; İbn_i Ziyad; Hür bin Yezid�e bir mektup yolladı. Mektubun içeriği söyle idi: �Bu mektubum sana ulaşır ulaşmaz ve elçim senin yanına gelir gelmez, Hüseyin�i baskı altına al ve onu sığınak ve suyu olmayan bir çöle sür.� Hür bin Yezid, İbn-i Ziyad�ın emri doğrultusunda İmam Hüseyin (a.s)�ın kafilesini �Kerbela� denilen bölgede durdurdu. Ertesi gün Ubeydullah bin Ziyad�ın elçisi olan Ömer Bin Sa�d da dört bin savaşçıyla Kerbela�ya geldi.
Hz. Abbas Bin Ali (a.s) de savaşarak İmam Hüseyin�in evlatlarına su getirmek için gayret gösterdiği bir sırada, düşmanın kalleşçe saldırısı neticesinde, canını İmam Hüseyin (a.s)'in yolunda feda etti.
Kerbela katliamı hâlâ ümmetin yüreğinde bir sızıdır.Susuz çölde şehid olan binlerce Müslüman�ın hatırası,Su sınavında kaybedenler ve kazananları taşır günümüze....
Şunu hatırlatmak gerekir ki, Hür bin Yezid, İmam Hüseyin�in şahadetinden önce, kendi yaptığından pişman olup tövbe etti ve İmam (a.s)�ı savunmak üzere şahadete erişti.[25]
Adalet nedir?Ağaçlara su vermek. Zulüm nedir?Dikenlere su vermek. Adalet bir nimeti yerine koymak demektir,her su içen tohumu sulamak değil.Zulüm, bir şeyi yerinde kullanmamak,layık olmadığı yere koymak demektir.Bu da ancak belaya vesile olur. (Mesnevi)
SULARLA SINANMAK 2
Babayla Evladı Ayıran Su
Su sınavı zorludur. Bazen babayı evladından ayırır. Safları keskinleştirir. Hz. Nuh ve oğlu Kenan gibi. Babasının halkın alaylarına rağmen yaptığı gemiye,o da halk gibi gayri ciddi bakan, sel sırasında yüksek bir yere çıkarak Allah�ın gazabını hafife alan Kenan...Kenan�ın bu inadı, su sınavında canına ve imanına mal olurken, babası ve ona inananların da bu sınavı başarmasına sebep olmuştur.
Gemi, içindekilerle birlikte dağlar gibi dalgalar içinde akıp gidiyordu ve Nuh ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna: " Ay oğlum, gel bizimle beraber bin, kâfirlerle beraber olma!" diye seslendi. O: " Ben, beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım." dedi. Nuh: " Bugün Allah'ın emrinden koruyacak yok; meğer ki O rahmet ede!" dedi, derken dalga aralarına giriverdi ve o da boğulanlardan oldu." Nuh Rabbine seslenip: "Ey Rabbim, " elbette oğlum benim ailemdendir, Senin va'din de kesinlikle haktır ve Sen hakimlerin en iyi hükmedenisin!" dedi. Allah: "Ey Nuh, O, asla senin ailenden değildir. O, doğru olmayan bir iştir. O halde bilmediğin bir şeyi benden isteme! Ben, seni cahillerden olmaktan men ederim." buyurdu. Nuh: " Ey Rabbim, senden bilmediğim şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer sen, beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen hüsrana düşenlerden olurum!" dedi. (Hud/41-47)
Selle Yok Olan Bir Medeniyet
Su nimettir. Fakat imtihan neticesinde felakete dönüşebilir. Tıpkı Sebe halkı gibi. Sebe Suresi Kuran�da mevcuttur. Yemen�de yaşayan bu halk Atana nehri üzerine kurdukları devasa baraj ile çölün ortasında yemyeşil bir dünyaya kavuşurlar.620 metre uzunluğundaki bu baraj sayesinde şehri sağdan ve soldan kuşatan iki yemyeşil alana sahiptiler. Ekonomileri tarıma dayanıyordu. Böylelikle inanılmaz bir refaha kavuşmuşlardı. Kendilerine gönderilen Peygamberin uyarılarını dinlemeyen bu nankör halkı Kuran şöyle anlatır:�Andolsun Sebe halkının oturdukları yerden de size bir ibret vardır. Evleri sağdan ve soldan iki bahçeliydi. Ancak, onlar nankörlük ettiler. Biz de onlara Arim selini gönderdik.(Sağ ve soldan bahçe iki vadi arasındaki Magrip şehrinin etrafındaki yeşil alanlardır) Demiştik ki: Rabbinizin rızkından yiyin ve şükredin.Onlar yüz çevirdiler.Onların iki bahçesini (bunlar devasa tarım alanlarıdır) buruk yemişli,acı ılgınlı,içinde az bir şey sedir ağacı bulunan iki bahçeye dönüştürdük.Nimetlere nankörlük edenlerden başkasını cezalandırmayız.�(Sebe s.15-17)
Kuranda Seylül Arim diye adlandırılan bu felaketin adı da ilginçtir. Zira, Arim kelimesi �Baraj� ya da �set� manasına gelir. Seylül Arim ise �setin yıkılması� demektir. Tüm ülkeyi mahveden büyük sel neticesinde çölleşme başlamış,Sebe halkının en önemli gelir kaynağı kurumuş, selde binlerce insan ve hayvan telef olmuştur. Ardından geriye kalan birkaç kişi de Mekke ve Suriye�ye göç edip o şehri kuş uçmaz bir halde bırakmıştır. Oysa, onlardan istenen, sadece İman ve şükürdü. Şükür, dille olan değil, yaşamla olan şükürdür.Hayatın bereketidir şükür.Siz fiillerinizden ve yaşamınızdan şükrü çıkardığınız anda, çölleşme başlar ve kalbinizdeki pek çok güzellik Mağrip halkı gibi göç eder uzak ülkelere...
Helak ve Mucizenin Adresi: Kızıldeniz
Medeniyetler tarihinin en köklü uygarlığı Mısır�dır. Mısır uygarlığının temelinde dünyanın en büyük doğa harikalarından biri vardır: Nil nehri...
Nil�in sayesinde Mısırlılar yağmur mevsimine bağlı kalmadan tarım yapabilmişlerdir. Nil, boydan boya ülkenin ortasından akar gider.Bu stratejik önem nedeniyle Nil�i elinde tutan hayatı da elinde tutardı. Hükümdarlar da bu yolla hakimiyet kurdular ve onlara Firavunlar dendi...Firavunların çok tanrılı sapkın bir inançları vardı,sıkı sıkıya bağlı oldukları.Bu taassup, Hz. Yusuf gibi uyarıcıların gelmesiyle azalsa da,Hz. Yusuf�un ölümünden sonra İsrailloğullarının köleliği başlamıştır.Bu dönem Hz Musa�nın Mısır�a elçi yollanması ve İsrailoğullarının Mısır�dan ayrılmasıyla son bulur.
Firavunlar zorba,baskıcı ve acımasızdılar. Kendilerini ulu bir varlık olarak görmekte ve göz kırpmadan kan dökmektedirler. İçlerinden sadece biri, 4.Avonofis, adını Aton koyduğu bir tek tanrıya inanılmasını savunmuş,fakat Avon rahipleri tarafından öldürülmüştür.
Ardından başa geçen Ramses, İsrailoğullarına işkenceye başlamış,çocukları öldürmüş,şehirleri yakmış inanılmaz işkenceler icad ederek, zulmün merkezi olmuştur. Nihayetinde ise Hz. Musa ile mücadeleye girmiş ve Hz. Musa�da yanına İsrailoğularından kendine inanan ortalama 600 bin kişiyi alarak şehri terk etmiştir. Bu kaçısı fark eden Ramses, ordularıyla beraber peşlerine düşerek onları Kızıldeniz kıyısında yakalamıştır. İşte o anda, bazı imanı zayıf İsrailoğulları Hz. Musa�ya şöyle der:�Biz orada köleydik işkence görüyorduk ama en azından yaşıyorduk.Oysa şimdi hepimiz öleceğiz�
Bunun üzerine Hz. Musa, Kuran�da Şuara suresinde şöyle der:�Hayır şüphesiz Rabbim benimle beraberdir.O bana bir yol gösterecektir.� Yine gözü kara bir tevekkül görüyoruz.Su sınavında ancak böylesi bir tevekkül başarı gösterebilir.Ardından şöyle buyurulur: �Musa�ya asanla denize vur dedik. Deniz yarıldı ve her parçası kocaman bir dağ oldu.Musa�yı ve onunla beraber olanları kurtardık. Diğerlerini boğduk. Bunda bir ayet vardır.�(Şuara 62-68)Ve bu müthiş sınav şöyle bitirilir:
Kuran�da� SULAR ONU BOĞACAK DÜZEYE ULAŞINCA FİRAVUN �MUSA�NIN RABBİNE İNANDIM� DEDİ...ŞİMDİ OYLE Mİ? OYSA SEN ÖNCELERİ İSYAN ETTİN BOZGUNCULUK ÇIKARDIN, ŞİMDİ SENİ SENDEN SONRAKİLERE İBRET OLMAN İÇİN BEDENİNLE KURTARACAĞIZ. (Yunus 91-92)
Emek-Cihad Sembolü;Ter,Hüzün-İman Sembolü;Gözyaşı
Gözyaşı da bir sudur...Kutsaldır. Ter de sudur, kutsaldır.. Onların Allah için,Rızık için aktığı her alan da kutsaldır.
Bizim imtihanımız içinde de en önemli su sınavı belki de bu ikisidir.�Hiçbir top tüfek başaramaz seher vakti gözyaşının yaptığını...Düşman mahveden silahları yok eder bir müminin gözyaşı.�derler. Gözyaşı günahı siler,gözyaşı kalbi yıkar,gözyaşı insan olduğunuzu anımsamanızı sağlar.� Bulut ağlamadıkça yeşillik güler mi,çocuk ağlamadıkça süt pınarları coşar mı?Çok ağlayınız ki Allah�ın rahmet pınarları coşsun. Nebi neden �çok ağlayın � dedi, anla artık.�(Mesnevi)
Ter de kutsaldır. Rızkı için çalışan birinin teri, eğitim için çalışan bir öğrencinin teri,evladını yetiştirmek için koşturan bir annenin teri. Her damlası inci tanesi kıymetinde olan bu sular, cennetin anahtarı,şefaatin tek sebebidir. Medine�ye hicreti esnasında kendini karşılamaya gelen Medineliler içinde,çalışmaktan elleri nasır bağlamış bir ihtiyarı gören Peygamberimiz, adamın ellerini, elleri arasına alır ve havaya kaldırıp şöyle der: �Bu eller cehennem görmez.�
Bir ekmek parçası yere düşmüş görsek, hemen besmele çekerek yüksekçe bir yere kaldırırız. Buğdayken kutsal olmayan tahıl,ekmek iken neden kutsallaşır? Öpüp alına konulur düşündünüz mü?Çünkü bir başak tanesi ekmek oluncaya dek ,üzerine dökülen ter ve emek onu kutsallaştırır.Orada yerden alınıp yukarıya konulan ekmek kırıntısı ,aslında tere, yani emeğe olan saygıyı ifade eder.
Su sınavı başlangıçtan bu yana sürmüş ve sürecektir.Bu sınav çoğu zaman iyi ile kötünün,başarı ve mağlubiyetin çarpışmasıdır.Safların belirginleşmesi,imanın imtihan edilmesidir.İki damla gözyaşı çok zaman siliverir dağlar kadar günahı.
Bu hafta tüm nesillerin sınavı olan su sınavını değerlendirmeye çalıştık.Bir hastaya zemzem verirken aklıma geliveren su sınavı, benim de o hastamı kaybetmem ile başka sınavlara yelken açmama neden oldu.Babacığımı bu yazımı yazdığım sırada ebedi âleme uğurladım. Bu nacizane yazımı Ona ithaf ediyorum.Okuyan ve yararlanan tüm kardeşlerden Onun ruhuna bir fatiha murad ediyorum.
Rabbim son nefesimizde de su sınavımızı başarıyla geçmeyi,iman ve zemzem ile ölmeyi,susuzluk çekmeden vefatı nasip etsin cümlemize.
Arzum Gürel
15 Şubat 2008 Cuma
SU İLE DUR
Dur! Bir dağ gibi!
Sabırla dur!
Uhud’u terk etmeyen yeminlerine sadık okçular gibi DUR!
Göğü yere bağlayan, yeryüzüne çakılmış sağlam bir çivi gibi DUR!
İçinden 10’a ve O’na kadar say!
Kalbini Rabbine aç. İnşirah insin kalbine. Kalbini şerh eden dua defterlerini tut.
Bir su bükücü gibi su damlalarından maharetle yaptığın o su zırhını giyin. Abdest al. Unutma su, senin sırdaşındır, suyun o ipeksi direnç dilini, bir sen kaldın konuşan, unutma!
Su ile dur, okumak ile dur, sevmek ile dur, aşk ile dur, sabır ile dur...
Kaderin örsüyle feleğin çekici arasında ateşle dövülen bir demirsin sen! Ateşine dökülen her su ile daha mahir bir kılıç olacağını sakın unutma...
Şimdi dövüyor hayat seni, benim Demirden güzel kızım!
Dayan, vazgeçme, aşkından dönme... Hepsi geçecek! İnan geçecek, bitecek, sönecek, batacak... Sen şimdi BATMAYAN’a çevir gözünü. Ve öylece DUR!
SİBEL ERASLAN
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)