"..... ALLAH size güçlük çıkartmak istemez, Ancak O sizi Tertemiz / Ak pak/Arı duru kılmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister, Umulurki şükredersiniz "

26 Eylül 2010 Pazar

yeseviyye tarikatinde sırrın (gönlün) abdesti


Yeseviyye tarikatının en önemli tarihi belgelerinden olan“Cevahirü’l-Ebrar min Emvacil-Bihar” (İyi VE TEMİZ OLANLARIN deniz dalgalarındaki cevherleri) adlı kitap; Alevilik ilkelerinden olan, Mürşid-Pir Talip ilişkilerindeki prensiplerini-ilkelerini, çok teferruatlı bir üslupla (zengin ve içerikli )bir şekilde anlatması bakımından önemlidir.

Kitap daha çok Ahmet Yeseviyi ön plana çıkarırken ondan özellikle “şeyhi Alevi” olarak bahsetmekte ve onun gösterdiği kerametlerle birlikte, irşad sistemini, ele o günün diliyle çok güzel ifadelerle anlatmaktadır. Her ne kadar Ahmet Yesevi hazretlerinin, o dönemde çağdaşları olan, Nakşi tarikatının mürşidleriyle ilgili alakasından bahsediyorsa da, o dönemin Nakşilik anlayışı Aleviliğe aykırı bir tutum içinde değildi, denilebilir.

Cevahirul Ebrar; daha çok, o dönemin Alevi mürşidlerini konu edinirken, bilhassa Alevi Piri olarak bilinen “ Seyyid Mansur” Yani Anadolu’daki Alevilerce bilinen “BABA MANSUR” hazretlerinin manevi kişiliğini ve onun gösterdiği harikuladde hallerine, kerametlerine, öncelik ve özel bir yer vermektedir.

Kitabın yazarı Hazini ise; kendisinden bahsederken; Nesep yani (Soy) bakımından Mansur Ata evladından Arslan Baba neslinden geldiğini beyan etmektedir. O dönem coğrafyasında önemli bir yer tutan Türkistan’ın büyük erenlerinin başında gelen Hoca Ahmed Yesevi’nin ilk halifesi olarak ün kazanan “Mansur Ata’nın” torunu olarak bilinen “Tac Hoca” lakabıyla bilinen zatın oğludur.

Mansur Ata ise; Ahmed Yesevi’nin tasavvuf yolundaki ilk mürşidi olan Arslan Baba’nın oğlu olarak bilinmektedir. Bu durumda Arslan Baba’nın da torunu olmaktadır.

Bu arada yani 13.cü yüz yıldan itibaren, bilhassa Horasan’dan kendini büyük zatların elinde yetiştirmiş bulunan, bu güzel tasavvuf erbabı, Anadolu’ya gelerek, buralardaki insanları da irşad etme yani manada yetiştirme ve onları eğitmeyi bir görev olarak görmüşlerdir.

Bunların başında da Yesevi’lik ekolünden veya bu manevi sofradan feyiz alan dervişler, mürşidler, Dedeler veya o dönemde, meşayih diye adlandırılan Şeyhlerle, Türkmen Babalarıyla beraber, Anadolu’ ya akın akın gelmeye başlamışlardır. Bu arada çok önemli bir kişilik olan Ahmed ibni Mahmud Hazin-, El-Hisari, (Hazini) 1533 yılında bugün halen Özbekistan sınırları içinde yer alan, Kaşkaderya eyaletinde bulunan Hisar yakınlarında doğmuş ve 1596 yılında altmış üç yaşında vefat etmiştir. Ancak ne yazı ki bu zatın vefat yeri ve türbesi belli değildir.

Bilindiği gibi; “Piri Türkistani” olarak anılan ve ün yapan, Hoca Ahmet Yesevi hz.lerinin düşünceleri ve sistemi, kendisinden sonra yetişen ehli irfan sahipleri ve Yeseviyye geleneklerini devam ettiren, bir çok marifet erbabı ve kemalat sahibi olan, kamil insanlarla beraber, Yazar ve Şairler vasıtasıyla, devam ettirilmiş ve yayılmıştır. Hazini de bu yol takipçilerinden biridir. Hazini, hem yol itibariyle, hemde soy itibariyle, özden gelen bir cevherdir.

Hazini soy olarak; anne tarafından Arslan Baba’nın oğlu Mansur Ata’ya, Baba tarafından da Kureyş kabilesine , soyuna mensuptur.
Yesevilik yolunu anlatırken; İstanbul’daki o dönemin Devlet adamlarıyla, iyi münasebetler kuran Hazini, Sultan Selim’in ilgisine mazhar olur. Ancak Hazini, asıl dostluk ve yakınlığını Sultan III. Murad Handan görür.

Sultan’ın mevcut tasavvuf anlayışına paralel olması bakımından, bu vasıtayla onun tasavvufi görüşleri, bir hayli gelişerek, en üst noktalara gelir.

Padişah’ ın arzusuna göre ve onun teşvikiyle, Yeseviliğin Adab ve erkanı, incelikleri, tarikat- marifet-hakikatine dair tasavvufi cephesine, iyice aşina olmak isteyen Sultan III. Murad Han, Hazini ye bu alanda yardım etmek ve onu bir bakıma teşvik amacıyla, tasavvuf ve edep-erkan konularını ihtiva eden, bir eser yazmasını bizzat teklif etmiştir.

İşte bu mana çerçevesinde; “Cevahirül Ebrar min Emvacil-Bihar” (İyi VE TEMİZ OLANLARIN deniz dalgalarındaki cevherleri) isimli eserini kaleme alan Hazini, bu eserini bitirdikten sonra, Sultan’a ithaf ettiğini, bu kitabında dile getirmiştir.

İşte “CEVAHİRUL EBRAR MİN EMVACİL BİHAR” adındaki kitap, Sultan’ın önerisiyle kaleme alınmış önemli bir kaynaktır..

Kitap; 1593 yılında kaleme alınmış olup,özellikle halkın manen eğitimini hedef alan ve bu doğrultuda menkibevi ve bir bakıma tarihi; Mürşidlerin-Pirlerin- Şeyhlerin hayat hikayelerini, görüş tarzlarını ve tasavvufi anlamdaki geleneklerini, bilhassa Yeseviyye geleniğini aktarırken, mesela; Sema,Cem olma, Fakr ve fena ,zikir ve halvet konularını inceden inceye irdelemekte ve bu konuları, bütün incelikleriyle anlatmaktadır.


büyük bir incelik arzeden sır abdestini şu şekilde nakletmektedir.

Sır kelimesi tasavvufta gönül anlamında da kullanılır.

“Cevahirul-ebrar”daki Ahmed-i Yesevi hz.nin sır tahareti, yani gönül temizliği hakkındaki sözleri, son derece dikkate değerdir:

“Ey sır, abdest kıl!
kaçan sır riya vu hevay-i nefsi yusa (yıkasa),
ihlas ve akide (samimiyet ve inanç)nuru zuhura gelir
ve zulumattan(cehalet karanlığından) şübhe ve inkardan kurtulur
ve cümlegi ikrar u itiraf olur.

Ucub ve enaniyeti yusa(bencilliğini temizlese)
minnet nuru, iklimi sırrı münir eder (sır iklimini aydınlatır)

Cahı dünya muhabbetini yusa
intibah-i ukba nuru alemi sırrı aydın eder
(dünyadaki itibar ve sevgiden arınsa ahiret için uyanık olur ve o nur bütün bir alemi aydınlatır )
ve fütüvvet ve mürüvvet ziyaları nurani kılar”
(Dostlara hoşgörü ve safa ile muamele, Yiğitlik. Cömertlik. Lütuf ve ihsankarlık, kerem ve cömertlik,soy temizliği -İnsaniyet. İnsanlığa uygun olan şeyi yapmak. Güzel ve iyi şeyleri alıp, kötü şeyleri ve halleri terk etmek suretiyle bir manevi parıltı ve ışık meydana gelir)
(7. b varak)


Buradan anlaşılıyor ki, Ahmed-i Yesevi hz.leri insana şu anlamlı mesajı veriyor;

sır abdestinin özde manası, salikin,
Yani yola girmiş veya yol ehli olmuş kişinin,
Batıni içselliği yani derin manalarla anlam kazanmazsa abdest olmaz.

Yani özünden kalbinden içinden riyayı, yani gösteriş veya fiyakayı, nefsin azgın isteklerini, bencilliğini, para mal hırsını, makam ve dünya sevgisini, şöhrete düşkünlüğü bırakmadıkça ve gönlünü yıkamadıkça, sır abdesti olmaz.
Bu olursa bütün ibadetler yerine getirilir ve asıl amaç gerçekleşir.
Ve bu gönülde sır abdestinden sonra, İlahi rahmet tecelli eder.
Gönülde inşa edilen bu manevi sır sarayını, Allah bizzat seyrederek, kontrol ederek, bu kullarını manada gözü açık kılar.
Kalbi temiz olunca vücudu da temizlenmiş olur.


HÜSAMETTİN AYDIN

SU HERŞEYİMİZDİR

SU HAYATIMIZDIR

Su cansızdır olabilir ama
can susuz olamaz.
Canlı olan her şeyin kaderi su üzerine yazılmıştır.
Nerede can varsa orada bir su arayışı vardır.
Madde sanki suyun dudağından emer gibidir hayatı.
Hayat ateşi, önce suyun duru ayinesine düşer,
öylece görünür olur.
Onun içindir ki, bir canlıya baktığımızda
yarıdan fazla suyu görürüz aslında.
Her canlı bedeni su üzerine yazılmış yazı gibidir.
Öyle ki yüreğimizin yüreğinde her an bir su Şelalesi’nin ritmik akışını duyarız,
beynimizin çeperlerinde suya yazan bir kalemin vuruşlarını ağırlarız.
Şah damarımızdadır su.
Şah damarımızdır su.
Su kanımızdır.
Su, yüreğimizde ‘can suyu’muzdur.
Su hayatımızdır.
“Ab-ı hayatımız”dır.
Su, Muhyi’den ihya dokunuşu,
Hayy’den diriliş nefhasıdır.



SU YAKINIMIZDIR


Tohumlar bir damla suyun dokunuşu ile uyanır.
İnsan gün ışığına suyun dokunuşu ile uzanır.
Su bizi bize yakınlaştırır, eşyayı birbirine yakın eyler.
Su var oluşumuzun ele avuca gelmez ilmeği gibidir.
Suyun aktığı yerde, suyun coştuğu yerde,
suyun uğradığı yere yakın durur hayat;
suya tutunur ve yeşeriverir, canlanır ve neşelenir.
Suyun yokluğu eşyayı birbirine uzak eyler,
canlıları tarif edilmez bir ayrılığa düşürür,
bitimsiz bir boşluğa iter.
Su yakınlıktır.
Tüm dağılmışlıklar suyun billur dokunuşunda kristalleşir,
tüm uzaklıklar suyun serin yüzünde son bulur.
Su varlığın tanıdık sahili,
buluşmaların şeffaf gülü,
birleşmelerin tanıdık köprüsüdür.
Su sahilimiz, gülümüz, köprümüzdür.
Yakınlığı “aramızdan su sızmıyor” diye tarife kalkanlar, aramızda su olmasaydı bütün yakınlıkların,
birleşmelerin ve buluşmaların eriyeceğini hatırlamalı..
Su, Mahbub’dan yakınlık müjdesi,
Vedud’dan dostluk habercidir .

SU RENGİMİZDİR

Renksizdir su ancak
tüm renklerin boyalarını ödünç aldığı da sudur.
Suyun olmadığı bir dünyada rengin
elbette sözü edilemez.
Gülün alı, yaprağın yeşili, göğün mavisi..
hepsi suyun yüzünde gerçekleşir.
Suların çekildiği yerde renkler ölür.
Su varoluşun rengi ve ahengidir.
Tüm renkler su üzerine yazılmış gibidir.
Reng ahengimizdir su...
Su, Mülevvin’den gözümüze gökkuşağı,
Musavvir’den gönlümüze ahenk boyasıdır.


SU SURETİMİZDİR

Su biçimsizdir ancak
biçimlerin biçimlendiği kalıptır.
Suyun olmadığı yerde bozulma,
çürüme, pörsüme, erime başlar.
Su hiç biçime girmese de,
Eşya’nın biçimlenmesinde ve suretlerin
güzelleşmesinde vazgeçilmezdir.
Su, girdiği her kabın biçimini alırken,
kalıbımızı giyinmeye hazırlanır,
kalbimizi okşamaya koşar.
Yüzümüzün güzelliği suyun gezinişiyledir,
gözümüzün nuru suyun yoklayışıyladır,
kalbimizin kalbi suyun akışıyladır,
kalıbımızın kalıbı suyun suretiyledir.
Su, Cemil’den güzellik dokunuşu,
Latif’ten estetik okşayışıdır.



SU LEZZETİMİZDİR

Tadı tuzu yoktur, ancak
hayatın tadı tuzu suyla gelir.
Tuz suda kıvama erişir, şeker suda tadını bulur.
Hayatın tüm lezzetleri suyla gerçekleşir,
suyla hissedilir hale gelir.
Hiç bir lezzet suya uğramadan gelmez damağımıza.. Dudağımıza kurulmuş sofra,
dilimize sunulmuş çeşni gibidir su.
Her nimet bu sofraya uğrar,
her lezzet bu çeşniye katılır.
Eşsiz baharatımız, vazgeçilmez katığımızdır su.
Su, Rezzak’tan dilimize çeşni lütfu,
Rahman’dan cismimize tat sunağıdır.


SU ŞİİRİMİZDİR

Su sadedir, ancak
karmaşanın buluştuğu yerdir.
Su çoktur, ancak eşsizdir.
Kolay elde edilebilir gibidir ancak tek bir
damlası bile taklit edilmez bir cevherdir.
Bir şiir gibi, sade ama bi’tanedir,
“sehl-i mümteni” söyleyişi gibi basitlik içinde
kainatın en karmaşık ilişkilerini anlatır gibidir.
Sadelik ve güzellik suda buluşmuşlar ve orada
öylece beraber kalmış gibidirler.
Şiir söze su verip onu çelikleştirmek ise,
su da sözün kılıç gibi keskin ve elle tutulur halidir.
Su şiiri anlatmaya yeter belki,
ama henüz hiçbir şiir suyu anlatabilmiş değildir.
Oysa, su kâinattaki her olayın kafiyesi,
varlığın gözümüz önünde akıp duran şiirinin
doyumsuz nakaratıdır.
Su kainatın konuşmasının ahengi,
Var oluşumuzun şiirli üslubudur.
Su Mütekellim-i Ezelî’den dudağımıza
dökülmüş cismanî bir şiir,
Rahman-ı Rahim’den yüreğimize indirilmiş
müşfik bir sözdür.



SU HERŞEYİMİZDİR


Su hiçbir şeye benzemez ama
her şeye de benzer.
Herkese yakındır, herkesledir.
Her şeyin yanındadır ve her şeyin özüne girer,
Her şeyin yüreğine sokulur,
her şeyin cisminde bekler..
Bununla birlikte her şeyden ayrı kalır, ayrık durur.
Hiçbir şey suyu bulandırmaz; hiçbir şeyin kiri
O’nun duruluğuna dokunmaz.
Yine su olarak kalır, bozunmaz, dağılmaz,
özünü bulandırmaz.
Her şeyin yanında durur,
ancak her şeyden duru kalır su.
İnsan yüreğini her an yokladığı gibi,
gökleri dolaşıp el değmedik coğrafyalara uğrar.
İşte böylesine her şeydir su.
Herkesle ortaklık kurmaya hazırdır
ancak bir tanedir.
Her birimizin yanında ancak her birimiz için özeldir.
Su, Ehad’den boynumuza dolanmış eşsiz incidir,
Samed’den gözümüze takılmış
paha biçilmez pırlantadır.



YA DÖKÜLÜ VERİRSE

abdestsizken
abdestsizliğin sıkıntısını yaşadınızmı hiç?!...

abdesti alırken
abdestim oluyormu kaygısını yaşadınızmı hiç?!...

abdesti aldıktan sonra ...
abdestim dökülür korkusunu yaşadınızmı hiç?!...

abdestliyken
abdesti alabilmenin
abdestli olabilmenin
abdestli kalabilmenin
abdestin hazzını yaşadınızmı hiç?!...
Etkin.Z

25 Eylül 2010 Cumartesi

SUYUN HALLERİ - Zeki Bulduk

Suya bir haller olmuş!

“Hallarımı böyle yaz, şikayet sanırlar…”

Su, halinden şikayet etmez; her cins mahluka çekinmeden varır. Hani derler ya: Seni toprak almaz, diye. İşte, toprağın almadığını bile, kabul etmediğini de su içerisine alacak kadar geniş ve de engindir.


Sıvı Hali: Su öncelikle sıvı olarak gözümüze, yüzümüze, elimize, tenimizin her zerresine, eşyalarımızın çatlak yerlerine varıncaya kadar çarpar. Temiz olanın saflığıyla temizler ve arı duru kılar tüm çehreleri.


Katı Hali: Sular dünyayı terk ediyor, dediler. Suyun kalbi katı değil ki terk etsin bizi, dedim.Katılaşan bir şeyler var demek ki? Oysa, suyun katı halinin buz olduğunu öğretmişlerdi yüzyıllardır bizlere. hoş, buzların eridiğini de duyduk; penguenler de üşürmüş meğerse!


Bir de Doğu’nun en doğusunda bir küçük gölde gördüm suyun katı halini, üzerinde çocuklar aylarca futbol oynuyorlardı…


Gaz Hali: Kaç şehre gittimse suyun buhar olup uçtuğunu, rahmet olup yağdığını gördüm.Su ağlamak için kendini eriten tek mahluktu sanırım. Gönen kaplıcalarında buhar olan su, Gönen ovasına bereket olarak yağıyor. İnanmıyorsanız, Gönen çok uzakta değil, Ömer Sdeyfettin kadar yakın, mutfaktaki musluğunuz kadar uzağınızda.


Gözyaşı Hali: Muhammed İkbal. Anadoluda gözyaşından çok kan akan yıllar…uzakların uzağında, mü’min yüreklerse tuzakların tuzağında.Bir şair elini kalbinin üzerine koydu ve geceler boyu ağladı.Ağladığı gülabdanın mantarını da bir damla kanıyla mühürleyip, selam etti suyunu İslam vatanına dökenlere: Gönderecek en kıymetli nesnem budur!Siz savaşırken muzaffer olasınız diye dua ederken akıtığım gözyaşımdan kıymetli nesnem yok!...Diyebildi Doğu’nun sesi.


Kan Hali: Habil...Kardeşim, yapma! derken bile kanının döküldüğüne değil de kardeşinin katil olmak üzere olduğuna üzülüyordu. Kurban kanı ki helaldir; Bağdat´ın, Çanakkale´nin, Peygamber torunlarının kanını dökmek haramdır. Suyun kan haline, suyun kanayan halidir de demek mümkün elbette. Suyun en sık kanadığı yer Mekke´ye, Kudüs´e, İstanbul´a en yakın olan, kalbimizin attığı yerlerdir.


Ter Hali: Bunu en çok babalar bilir, desem yeridir.Emeklerinden süzdükleri ekmeğe karışan terleridir ki evlatların içine işleyen bir geleneğin tohumları saklıdır her damlalarında.


Çay Hali: Suyun en Türk halidir de desem yeridir.Çay bardağıyla uyuyup, çaydanlıkla uyanan bir millet, suyu bir keyf, bir ferahlık, bir hasretin vuslata dönüşü olarak ancak bu kadar güzel demleyebilirlerdi.Bir de sılada içilen çay var ki, doğduğumuz topraklara karışan pınar sularının özünü, anamızın sütünün kokusunu taşırlar.


Kahve Hali: emen, acı kahve, kahvehane…ve tabi ki muhabbeti yıllarca sürdürmek için suya kahve katılır.Su adeta telve telve mührünü basar yüreklere, unutulmasın kelamların en güzelleri diye.Suya mührünü vuramasa da kahve, dost yüreklere suyun azizliğiyle işlerler hatır bilmenin ne zorlu bir zenaat olduğunu.Tıpkı kahve her elde aynı tadı vermediği gibi, suyunu bulduğunda içindeki sırrı akıttığı gibi, bizlerde dost yüreği bulduğumuzda açarız sırrımızı.


Zemzem Hali: Ebemin sandığındaki zemzem. Sanırım 1960 senesinde üç ay gidiş üç ay geliş, iki ay da konaklama sonunda gelmişti Ninem Kadının sandığına bir gazyağ şişesi içerisinde, kokusu içime bir sermestlik veren Zemzem.Suyun en masum olduğu anda doğmuş Zemzem.Çocuğun en susuz zamanında yetişmiş rahmet; ıpkı Meryem Anamızın sırtını yasladığı kuru hurma dalının dibinden parlayıp çıkan su gibi.Ve hürmetin, azizliğin en üst noktasında durupta içilen zemzem, Çanakkale harbinde, Bedir Muharebesinde gazilerin dudaklarına dokunan suyun mesutluğunu taşır daima.


Tuzlu hali: Tuzlu sular nedense pek muteber bilinmez. Oysa çorak topraklara sebep tuzlu sular ki hala Anadolunun bir çok yerinde çatılara serpilen çorak topraklara sebeptir ki, yine hayırlı iş yapmıştır su. İnsanların ve hayvanların barınaklarını bir yorgan gibi örtmelerine yardımcı olur bu toprak.


Deniz suyu tuzlu da zarar mı gördü cümle mahlûkat. Kokmasın diye dünya, Allah tarafından 2/3 ‘si tuzlanmıştır. O dahi yetmemiş, derya kuzularının canlanmalarına vesile olmuştur tuzlu su.


Şekerli Hali: üm meyve aromalarını ıslatan , tüm limonataları, gazozları ve de meyve sularını mündemiç eden su ki çocuklara ağız dolusu gülücükler verirken, ben en çok şerbet adlı bir içeceğin suyla eylediği halvete hayran kaldım. Ağzı yok dili var bir şekerpare gibi dile dokunan, dokunmasıyla alemi bir pamuk şekerine çeviren o mai ki insanoğlunun diline de dünyasına da tad getirip, hele de az biraz soğuksa, çok şükür dedirten bir ulaktır.


Zehirli Hali; Meşhurdur; savaşlarda düşman güzergahındaki sulara zehir katılır. Terör zamanlarında şebeke suları bir zanlıya dönüşüp toprağın altına gömülür, utancından yüzünü saklar, hatta o kadar klonlar ki kendini, yüzü bembeyaz olur utancından…


Lakin mesele başka! Ağuyu altın tas içre sunarlar / Bal da onun suç ortağı… diye meşhur bir darb- mesel vardır. Hz. Hasan… Ali Efendimizin ciğerparesi, Fatıma Anamızın yüreğinin yarısı, Kainatın Efendisi, huyu yılanı zehrinden caydıracak kadar selim olan Güzeller Güzeli’nin gözünün nûru, kardeşinin hem yoldaşı, hem kaderdaşı, hem de refik’i olan Hz. Hasan!İşte su, Hz. Hasan içine cam zehri katıldığında farkına varmayan suyun gafleti sonunda şehit olur. Ve suyun bu gafleti sonunda Hz.Hasan kardeşini, Hz,. Hüseyni, suyla sınanan, suyun ona varmak için deli divane olduğu dünyanın en güzel torununu çağırtır: Kardeşim, beni zehirlediler! Der. Sanırım bu sözü duyan su utancından Arap yarımadasını terk etmiş, tüm vahalar çöle kesmiş, toprağın altını içilmeyen, nebatatı ve hayvanatı sulamayan bir mai kaplamıştır ki ademler o mavi sıvı için kırmızı kanlarını akıtır olmuşlardır.


Öfke Hali: Musa as. Kızıldenizi geçip gittikten sonra, Firavun ve askerlerinin hali ki, tam da öfkeye, gazaba gelmiş suyun hışmında boğulmaları olarak nitelenebilir.O sudan ancak Allah’a ihanet etmeyenlerin kazasız , belasız geçebileceklerini anlayamamıştı Firavun ve Firavun imanında olanlar.Yüreğinin suyu kurumuştu belki de Mısır’ın hükümdarının.


Öfke bir de Dünya’yı istila etti, cümle alem Nuh’a inanmadığında. Ve hatta Nuh’a gemi resimleri yapan çocuklardan başka inananın olmadığı bir zamanda, su, öfke elbisesini geçirdiğinde üzerine dünyanın yüzeyinde ıslanacak yer kalmamıştı. Derler ki o gün ördeklerin günahı alındı ve ‘ dünyayı su bassa, ördek, bana ne! Der,’ dediler. Oysa ördekler de diğer canlılar kadar suya yakın, diğer canlılar kadar suya uzaktılar.


Damlada deniz hali; Hz. İbrahim’in ateşine bir damla su götüren karınca. Yükü ağırdı karıncanın. Derdi büyüktü o minicik zenci yaratığın. Zira dünyaya sükun ve huzuru getirmek isteyen insanı ateşe atmışlardı…O gün dünyanın tüm nehirleri rotalarını Babil şehrine çevirip beklerlerken Mikail’in bir işmar’ını; karınca, kararınca bir damla suyla anlaşıp düşer yollara…


Pırlanta Hali: Hz Ebu Bekr’in gözyaşının pırlanta olması. Rivayet ya; Malını mülkünü feda etmekte Hz. Ebu Bekr’i geçemez hiçbir sahabe. Öyle ki evinde hiçbir şey kalmadığı vakit, kızı ağlar; fakir kalmalarına. Mekke’nin en zengini Mekke’nin en fakiri olur…Lakin Rahmet-i Rahman gecikmez.Kızının üzündüşü karşısında kederlenip ağlar Hz. Ebu Bekr…Gözünden düşen yaşlar pırlanta olur! Al kızım, bunu bozdurup, ihtiyacınızı görün! Der, Peygamberin hesapsız yoldaşı.


Düşmana Benzeme Hali: Ve bir komutan gelipte denizi düşmana benzettiğinde denizin içi kan ağlasa da sevindi! Suyun iki yanında da ferah abdestler alınacak, varsın beni düşmana benzetsinler, dedi.Tarık bin Ziyad denizin gönlünü de dünyanın en güzel ülkesini de alıp gusl ettirdi Katalanların dağlarına.


Kevser Hali: Bilmek ve hissetmek isterim! Nasip kelimesi ve bir tatlı sure gelir dokunur dudaklara suyun Kevser halinde…Ne denilebilir ki..içinden ırmaklar akan dört bir yanından pınarlar peydah olan kelamı kadîm’e? Vesairelere dokunmayan ayaklar Kevser adlı suyun başında kasvetin dağlarca uzağında serinleyecekler belki de…


Dicle Hali: Mansur’un dara gerilişindeki halidir ki anlatmak için de ağlamak için de yürek gerek. Zira, Mansur’u dâra gerilmiş gören Dicle ki dayanamamış kanı helaldir, diye fetva çıkan ermişin kan kokusu Bağdat şehrini terk edene kadar yatağından taşmıştır.


Müjdeli hali: Musa’nın Nil nehrinden gelmesi sırasında acaba Nil’deki dalgalar yedi sekiz yaşındaki bir kız çocuğunun elleri gibi salladılar mı Musa bebeği? Acaba Nil farkında mıydı o an bir kundak, bir anne, bir koyuyucu, bir yol olduğunun? Nil suyu sanırım farkındaydı Yahudilerce 10 kez ihanete uğrayacak, Firavun tarafından defalarca ideaya tutuşacak olan arz-ı mevdudun rehberini taşıdığının ve yıkacağı sarayın açıklarına taşırken prensi.


Ağlayan Hali: Ağlayan Kayalar, Salih peygamber ve bir de kurak topraklara yağmur taneleri düşerken ortalığı kaplatan o toprak kokusunda saklıdır suyun gözyaşları.


Hapis Hali: Van denizi! Barajlar, önüne set çekilen ırmaklar, Hazar Denizi… Ama en güzel su hapsi, Babil’in Asma Bahçelerinde, binlerce yıl önce evlerin ve binaların tepelerine kurulan asma bahçelerine günümüze göre ilkel, o devre göre çok ileri bir teknolojiyle pompalanan ve kanallarda muhafaza edilen suyla; İshak Paşa sarayının üçyüz yıl önceki ısınma biçiminde kullanılan sarayiçi kanallarıdır ki hala şaşırtıcı bir zihinle su odaların içindeki kanallarda akmakta ve bir akıp gidene ancak bakmaktan öte geçmemekteyiz.


Çocukluk Hali: Suyun bebeklik hali, yağmur damlasıysa, çocukluk hali de sanırım serin bir pınardır.


Gençlik Hali: Çok şükür o devirleri geride bıraktık, lakin Hesap Günü, gençliğini nerede kullandın diye sorulacak olan soru, bendenizi kara kara düşündürürken, kimi beldelerde sular seller olup akarken, gençlik hallerini sel şeklinde vermeye devam etmektedirler.


Olgunluk Hali: Denizler veya ırmaklar olduğunu düşünüyorsanız yanılırsınız! Sulama kanalları ve çeşmelerdir suyun olgunluk yaşı. Verirken hesap etmemenin en güzel biçimi çeşmedir. Tabi gölleri de olgunluk yaşlarıyla yaşlılık yaşları arasına alabilirsiniz.


Yaşlılık hali: Yağmurlar ve kuyular. Her ne kadar Yusuf kuyuya küçükken düşse de, kuyu yaşlı olduğu için bir çocuk peygamberi saklayabilecek kadar metanetlidir. Kör taklidi yapar. Kurnazdır. Suyu varken bile yokmuş gibi yapar.


Su Yusuf’tur! Su kuyudan gelendir.


İçerisinde inciyi saklayan midye gibidir kuyu. İçinde Yusuf vardır. İçinde rüyamız vardır. İçinde hayatın temelindeki su vardır.


Yağmurlar… Rahmet, bereket, sevgili, meleklerin dudaklarındaki ıslaklık, bebeklerin kokusuyla gelen bilgelik. Toprağı gebe bırakan hayatın diriliği. Yağmurlar için ne söylense azdır!


Su ölür mü? Hayır! Bir devir daim içerisindedir, insana benzer. Bir farkla ayrılırlar birbirlerinden: İnsan ölür, su ise kıyamete kadar yaşayacaktır. Halden hale girer her ikisi de. Belki de buna sebep insanoğlunun vücudunun yarısından fazlasının su olmasının da buna etkisi vardır.


Süt Hali: Anne!


Hallarını dilim döndüğünce yazdım. Lakin senden bana gelen bir damlanın dahi hakkını verecek kadar ter dökmedim ey aziz olan. Lakin, sen rahmetin kardeşi olan ab, ma, su! Allah senden razı olsun.

Zeki BULDUK

suya sözler - İsmet Özel


Sen olmak isterdim. İyileştiren olmak, pak eden olmak, söndüren olmak, can’ı besleyen olmak, can olmak, tarafsız olmak renksiz/tatsız olmak gibi, herşeye kucak açmak her rengi taşır gibi… Şifamsın…

Seni seviyorum… Sen olmak, seninle olmak isterdim ey su… Susuzluğum hasretindir…

Hayatın bu kürek mahkumu yorgunluğunu taşıyamadığım zamanlar bir anda uçmak senin gibi, ne güzel olurdu. Ruh hafifliğinde tavaf etmek, tavaf etmek, tavaf etmek… Şehirlerden yükselen yılgın nefesleri katıp önüne serin sabahlar bırakmak.

Çocuk gülücüklerine kar olup yağmak, bir çiğ tanesi güzelliğine bürünmek, hayat ne kadar değişse de, haller ne kadar değişşe de özünde aynı kalmak…

Kinli hançerlerden damlayan kanları bile alıp bağrına usul usul, bilge bilge yürümen, çok bilmenin büründüğü sırlı sessizliğe bürünmen. Endamınla ağır ağır süzülmen ey su.

Boşuna değil eskilerin “derdini suya söylersen o götürür Allaha” demeleri. Senden başkası var mı ki ademlerin derdlerine dayanabilsin. Dinlesin dertleri de taş çatlamasın, ağaç kurumasın, insan sararmasın.

Sense sabırla dinleyip, katarsın bilgeliğine herşeyi. Belki konuşursun da, derde dertlenirsin, “su” dersin, su dilini, şu dilini ögrenmeyi istemez mi insan.”Sızıyı gideren su / suyun sızladığını kimseler bilmez…*”. Ey su, can/su.

Gözlerimi aldı su
Düşlerime daldı su
Beni aşka saldı su
Yakan tadın kaldı su.

Elinden tutsam suyun
Canından tutsam suyun
Sıcağını duysam suyun
Cana vuslat olsun su.

Ne cenkler efsanedir sesinde, nice firakler yansıdı yüzüne, nice vuslatlara şahitsin. Bak şurda Aliş ile Züleyha destanı bir keder gibi acıtıyor çağlayışını.. Fakir ümitler, çocuk ağlamaları, şahların dünya düşleri, aşıkların sırları maviye boyadı seni ağırlığında… Onun için bu hüzünlü yürüyüşün, onun için aynı düşler aynı sırlar her yudumunda insanların.

Şimdi ılgaz dağlarının ıssız göllerinde yüzüne hilal düşmüştür, için için kıpırdamaktasındır… Rüzgar yüzünde üfül üfül çocuk öpücükleri… Zerreler bedenımde kıpır kıpır dalgalanır hilalle. Yıldızlar göz kırpar…

Görkemli yalnızlıklar büyütür kendini uzak diyarlarda… Sesindeki musiki tanınmaz, kimse bilmez gizli kalmışı. Ne aradığını bilmeyenlerin sessiz ruhlarında bir canhıraş çığlıktır hep: “su… su… su…”

Bense en şehirli halimi takınıp seni seyrederim… Adımlarımı kendi haline bırakırım sokaklara. Bir sen kalırsın bende, bir de susuzluğum…

Cana hasret kaldı can / Suya hasret kaldı su
Cana hasret kaldı su / Suya hasret kaldı can.

İsmet Özel

suyun hafızası varmış




Hayata bakışınızı değiştirecek kadar enteresan deney sonuçları,bilimsel bulgular içeriyor.Okuduktan sonra ki şaşkınlığımı henüz atamamış durumdayım
SUYUN HAFIZASI VAR !

Bu fotoğraflar suyun inanılmaz yansıtmalarını gösteriyor. Canlı ve her duygu ve düşüncemize tepki veren bir madde. Suyun, çevresindeki titreşim ve enerjiyi kolayca kopyaladığı açıkça ortadadır. Su, bir şey söylendiğinde, ona aktarıldığında, anında etkilenmekte.

Fransız bilim adamı Dr. Jacques Benveniste, araştırmalarda DNA hücrelerinin belli bir frekansta foton (ışık) yaydığını, farklı hücrelerin farklı frekansta titreştiğini, farklı titreşimdeki iki hücre yan yana geldiğinde yeni bir frekans oluşturup birlikte bu frekansta titreşmeye başladıklarını ve elektro manyetik dalgalar ile bir çağlayan yaratıp ışık hızında yolculuk ettiğini keşfetmiş. 1980′lerde başlattığı çalışmalarında suyun hafızası olduğunu anlamış. Suya bir madde ekleyerek bunu 1 milyon kez sulandırmış ve özel bir alet ile aşırı hızda karıştırarak o maddenin yok olacağını tahmin etmiş ama hala maddenin suda mevcut olduğunu görünce deneylere defalarca milyonlarca kez daha sulandırarak devam etmiş. Ancak ne kadar sulandırsa da suyun içine en başta eklenmiş olan maddenin yok olmadığını tespit etmiş. O zaman suyun yüklenen maddeyi bir şekilde hafızaya kaydettiğini anlamış. Bir başka deneyinde suya bir zehir yerine sadece zehirin frekansını yüklemiş ve aynen zehirin kendisi eklenmiş gibi içine koyulan sinekleri öldürdüğünü tespit etmiş.

Benvenistenin araştırmalarını şüphe ile karşılayan Queens Belfast üniversitesi Profesörü Madeleine Ennis Avrupa ülkelerinde yelpazelenen bir araştırma grubuna katılmış. Fransa, İtalya, Belçika ve Hollanda'dan oluşan ekip Profesör M. Roberfroid tarafından koordine edilmiş. Belçika Katolik Üniversitesinde, Benvenistenin kullandığı orijinal deneyin daha rafine edilmişini kullanarak, yapılan uygulamayla ilgili her dört laboratuardaki bilim adamları deney solüsyonlarının içinde ne olduğunu bilmeden çalışmışlar. Hatta tüplerin bazılarında sadece saf su varmış. Tüm deney bağımsız bir bilim adamı tarafından koordine ediliyormuş. Bu kişi tüm solüsyonları kodluyor ve bilgiyi topluyormuş ama deneylerde bil-fiil çalışmıyormuş, bu yüzden yalan ve dolana yer kalmamış. Yapılan tüm deneyler Benveniste'nin sonuçlarını desteklemiş. Benveniste buna karşılık "12 sene önceye, bizim başladığımız noktaya gittiler" demiş. Benveniste ayrıca "Biyokimyevi maddelerin yaydığı sinyal kaydedilip internet aracılığı ile dünyaya yayılabilir ve bu sinyal biyolojik hücreleri sanki gerçekte o madde varmış gibi etkileyip değişim yaratır" demiş.

Unutmayalım ki; insan bedeninin %85′i sudur. Düşüncelerimiz ve konuştuklarımız bedenimizdeki suya kaydedilir ve o kalitede yaşarız. Şeklimizi, sağlığımızı ve hayatımızı biz oluştururuz. Yaşam muhteşem bir enerjisel danstır, frekansların uyumu, birleşmesi, çatışması, iç içe geçmesi, aşağı-yukarı, sağa-sola, zıt yönlere dalgalanmasının dansı.



Masaru Emoto:

"İÇİNDE SU OLAN ŞİŞENİN ÜSTÜNE YAZILMIŞ VEYA SÖZEL SÖYLENMİŞ OLAN SÖZCÜKLER, DÜŞÜNCELER, SUYA ÇALINMIŞ OLAN MÜZİK VEYA OYNATILMIŞ FİLM İLE SUYUN YAPISAL ÖZELLİĞİ DEĞİŞİR."

Japon bilim adamı Emoto'nun çalışmasında somut kanıtlarla insanın titreşimsel enerjisinin, düşüncesinin, kelimelerin, fikir ve müziğin, hatta son yaptığı çalışmalarda suya oynatılan filmlerin dahi suyun moleküler yapısını etkilediğini ispat etmiştir. Su bu gezegendeki yaşamın kaynağıdır. Beden bir sünger gibidir ve hücre denilen, sıvı dolu trilyonlarca odacıktan oluşur. Yaşamımızın kalitesi sıvımızın kalitesi ile direk bağlantı halindedir. Su son derece uyumlu bir maddedir. Fiziksel şekli kolayca bulunduğu ortama adapte olur. Fakat değişen sadece fiziksel şekli değildir, moleküler şekli de değişir. Çevreden aldığı enerji veya titreşimler suyun moleküler şeklini değiştirir. Bu anlamda su sadece görsel olarak çevresel durumu yansıtmaz, aynı zamanda moleküler anlamda da yansıtır.
Bay Emoto görsel anlamda bu moleküler değişimi belgelemekte. Su damlacıklarını dondurup fotoğraf çekme kapasitesi olan bir karanlık alan mikroskobu altında inceliyor. Yapılan çalışmalar çevresel etkilerin suda yarattığı moleküler değişimi açıkça ortaya koymakta. Bay Emoto dünyanın değişik kaynaklarından alınan ve değişik durumlarda olan suyun kristalize şekillerinde birçok büyüleyici farklılıklar keşfetmiş. Akarsulardan ve kaynaklardan alınan su çok güzel geometrik şekilleri olan kristal desenler gösterirken, sanayi ve yerleşimin yoğun olduğu yerlerden alınmış kirli ve toksik su ile su borularında, depolarda bekletilen durgun su damıtılmış olsa bile kesin olarak şekilsel bozukluk ve rast gele oluşmuş kristal şekiller oluşturuyor.

Dua ve su

Resim


Kristallerinin Değişimi...
Dua öyle bir güçlü bir vesiledir ki, hastalıkları iyileştirir, suyu dahi halden hale sokabilir. Bu konuda Japon Bilim adamı Prof.Dr.Masaru Emoto’nun su üzerine yaptığı bir araştırma son derece ilginç yeni bilgiler sunuyor bize.. Yaptığı araştırmanın verilerine göre, “The message of the water” isimli kitabında, “Su, cansız bir madde değil; canlı ve duyguları algılayan kristallerden oluşmaktadır. Su çevresinden pozitif ve negatif bilgileri alır ve ona göre tepki verir.”diyor Prof.Emoto.
“Emoto, üç yıl kadar önce mikroskopla yaptığı araştırmalarda, donmuş su kristallerinin dış tesirler karşısında çok değişik şekillerde reaksiyon gösterdiğini keşfetti. Bu araştırmalara göre su kristalleri, dış çevre tesirlerinin yanı sıra, müzik, söz ve kavramlara da tepki veriyor. Emoto, on iki yıl süren çalışmaları ve yaptığı on binlerce deney neticesinde, suyun sadece iyi ve kötü bilgileri, müzik ve sözleri değil, hisleri ve şuuru da kaydettiğini ortaya çıkardı. Çekilen kristal fotoğraflarında suyun verdiği mesaj çok açık; sevgi ve minnettarlık gibi duygular fıtrat tarafından tasvip görmüştür. Yani sevgi ve minnettarlık, fıtratın özüdür. Su, ne kadar sevgi, duygu ve âhenk dolu söz ve musikî ile karşılaşırsa; altıgen kristal yapısı da o kadar güzel ve düzgün olmaktadır. Meselâ çekilen fotoğrafların birinde suyun yanında "şeytan" dendiğinde, kristaller kaotik bir biçime girerken, diğerinde de güzel sözlerle dua edildiğinde, suda, berrak ve estetik yapısı ile mükemmel bir altıgen ortaya çıkıyor. Emoto, bu çalışmalarıyla görünmeyen bir ruh âleminin varlığına da işaret ediyor. Dua ile Su Kristallerinin Değişimi...
Dua öyle bir güçlü bir vesiledir ki, hastalıkları iyileştirir, suyu dahi halden hale sokabilir. Bu konuda Japon Bilim adamı Prof.Dr.Masaru Emoto’nun su üzerine yaptığı bir araştırma son derece ilginç yeni bilgiler sunuyor bize.. Yaptığı araştırmanın verilerine göre, “The message of the water” isimli kitabında, “Su, cansız bir madde değil; canlı ve duyguları algılayan kristallerden oluşmaktadır. Su çevresinden pozitif ve negatif bilgileri alır ve ona göre tepki verir.”diyor Prof.Emoto.
“Emoto, üç yıl kadar önce mikroskopla yaptığı araştırmalarda, donmuş su kristallerinin dış tesirler karşısında çok değişik şekillerde reaksiyon gösterdiğini keşfetti. Bu araştırmalara göre su kristalleri, dış çevre tesirlerinin yanı sıra, müzik, söz ve kavramlara da tepki veriyor. Emoto, on iki yıl süren çalışmaları ve yaptığı on binlerce deney neticesinde, suyun sadece iyi ve kötü bilgileri, müzik ve sözleri değil, hisleri ve şuuru da kaydettiğini ortaya çıkardı. Çekilen kristal fotoğraflarında suyun verdiği mesaj çok açık; sevgi ve minnettarlık gibi duygular fıtrat tarafından tasvip görmüştür. Yani sevgi ve minnettarlık, fıtratın özüdür. Su, ne kadar sevgi, duygu ve âhenk dolu söz ve musikî ile karşılaşırsa; altıgen kristal yapısı da o kadar güzel ve düzgün olmaktadır. Meselâ çekilen fotoğrafların birinde suyun yanında "şeytan" dendiğinde, kristaller kaotik bir biçime girerken, diğerinde de güzel sözlerle dua edildiğinde, suda, berrak ve estetik yapısı ile mükemmel bir altıgen ortaya çıkıyor. Emoto, bu çalışmalarıyla görünmeyen bir ruh âleminin varlığına da işaret ediyor. DUA EDİLEN DU KRİSTALLERİ :




SU KRİSTALLERİNİN DUA EDİLMEDEN ÖNCEKİ HALLERİ :

Emoto’nun ekibi su moleküllerinin insan sözünün içeriğinden nasıl etkilendiğini görmek için Fujiwara Barajından topladıkları suya da dua okumuşlar. Su kristalinin duadan önceki biçimi ile duadan sonraki biçimi arasında belirgin bir farklılık gözlemlemişler.Emoto, araştırmasıyla suyun sadece hâfızasının ve bilgi taşıyıcı özelliğinin olmadığını, aynı zamanda kâinatın dilini ve gerçek sevgi titreşimini de yansıttığını ispatlamaktadır. Meselâ iki kavanozun içine haşlanmış pirinç konuyor. Birine “teşekkür” , diğerine “aptal” yazılıyor. Bir ay boyunca bu sözler bu şişelere söyleniyor. Netice çok enteresan: "Aptal" denen kavanozun içindeki pirinçler siyahlaşıyor ve kavanozdan çok kötü koku çıkıyor. Diğerinde ise; pirinç beyaz kalıp, hoş bir koku yayılıyor. Bu da gösteriyor ki, kötü ve iyi sözler, su ve pirincin üzerinde tesirli oluyor. Öyleyse Allah'ın nimet ve ihsanlarına karşı, zikir, fikir ve şükür vesilemizi hiç unutmamamız gerekiyor. Bilhassa Bismillahirrahmanirrahim ile Elhamdülillah gibi son derece basit ve etkili duaları hiç unutmamalıyız.. Başlangıçta söylenen bir söz var ve bu söz, önce maddî bir titreşime, şekil oluşturan bir sese dönüşüyor. Ve sonra tekrar belli bir bilgi haline geliyor. Su böyle frekansları en açık bir şekilde ispatlanabilir olarak çeken bir maddedir. Su kristallerinin şekli, dünyanın nasıl bir durumda olduğunu gösteriyor. Meselâ; Berlin, Londra veya Paris'teki klorlu çeşme sularının dejenere olmuş kristal yapılarına karşılık; temiz kaynak suları estetik ve çok ince dizayn edilmiş altıgen yapılar göstermektedir. Bu geometrik şekil tabiattaki bütün hayat olaylarının temel biçimini oluşturuyor. Heavy-metal müzik ve küfür sözlerinin aksettiği suyun kristal yapısı, yapılan deneylerde tamamen parçalanıp dağılarak eski kristal formları binlerce parçaya bölünüyor. Vücudumuzun % 70 gibi büyük bir kısmının sudan oluşması gerçeği de, bizim, diğer insanların ve tabiatla olan münasebetlerimize dikkat etmemiz gerektiğini ortaya koyuyor.



Su Kristalleri adlı kitabında suyu çeşitli yönlerden ele alan Prof. Emoto, çalışmalarının ilmî temelini oluştururken, din gerçeğini de göz ardı etmiyor. "21. yy'da en önemli olayın ilimle dinin yeniden buluşması olacağını düşünüyorum. Eğer din olmasaydı insan aptallaşacak, modern ilim de hiçbir zaman ortaya çıkmayacaktı." diyor.

SU KRİSTALLERİNİN ve MÜZİĞİN SIRLARI



Japon Bilim Adamı Prof.Dr.Masaru EMOTO içinde 70’ten fazla kristal resmi bulunan Su Kristalleri adlı kitabında “Su cansız bir madde değil; canlı ve duyguları algılayan kristallerden oluşmaktadır. Su çevresinden pozitif ve negatif bilgileri alır ve ona göre tepki verir.” diyor. Prof. Emoto’ nun suyun biyo-fizikî özelliklerini araştırarak ortaya koyduğu gerçekler, yeni bir döneme kapı açacak gibi.

http://www.its.caltech.edu/~atomic/snowcrystals/
kar kristalleri ile ilgili bir site
Get great snowflake gifts at Snowflake Books or the Snowflake Store!
How many different types of snowflakes are there? See the Guide to Snowflakes.



Prof.Dr.Masaru EMOTO, üç yıl kadar önce mikroskopla yaptığı araştırmalarda, donmuş su kristallerinin dış tesirler karşısında çok değişik şekillerde reaksiyon gösterdiğini keşfetti. Bu araştırmalara göre su kristalleri, dış çevre tesirlerinin yanı sıra, müzik, söz ve kavramlara da tepki veriyor.

Emoto on iki yıl süren çalışmaları ve yaptığı on binlerce deney neticesinde, suyun sadece iyi ve kötü bilgileri, müzik ve sözleri değil, hisleri ve şuuru da kaydettiğini ortaya çıkardı.


Çekilen Kristal fotoğraflarında suyun verdiği mesaj çok açık; sevgi ve minnettarlık gibi duygular fıtrat tarafından tasvip görmüştür. Yani sevgi ve minnettarlık, fıtratın özüdür. Su, ne kadar sevgi, duygu ve ahenk dolu söz ve mûsikî ile karşılaşırsa; altıgen kristal yapısı da o kadar güzel ve düzgün olmaktadır. Meselâ çekilen fotoğrafların birinde suyun yanında “şeytan” denildiğinde, kristaller kaotik (düzensiz) bir biçime girerken, diğerinde de güzel sözlerle dua edildiğinde, suda, berrak ve estetik yapısı ile mükemmel bir altıgen ortaya çıkıyor. Emoto, bu çalışmalarıyla görünmeyen bir ruh aleminin varlığına işaret ediyor.

See how you too can take pictures like this at Photographing Snow
Why do snow crystals grow this way? Check out the Snowflake Primer or Frequently Asked Questions.


Emoto, araştırmalarıyla suyun sadece hafızasının ve bilgi taşıyıcı özelliğinin olmadığını, aynı zamanda kâinatın dilini ve gerçek sevgi titreşimini de yansıttığını ispatlamaktadır. Mesalâ iki kavanozun içine haşlanmış pirinç konuyor. Birine teşekkür diğerine aptal yazılıyor. Bir ay boyunca bu sözler bu şişelere söyleniyor. Netice çok enteresan: “APTAL” denen kavanozun içindeki pirinçler siyahlaşıyor ve kavanozdan çok kötü koku çıkıyor. Diğerinde ise; pirinç beyaz kalıp, hoş bir koku yayılıyor. Bu da gösteriyor ki, kötü sözler, su ve pirincin üzerinde tesirli oluyor. Öyleyse Allah’ın nimet ve ihsanlarına karşı, zikir, fikir ve şükür vesilemizi hiç unutmamamız gerekiyor.Bilhassa Bismillahirrahmanirrahim ile Elhamdülillah hiç unutulmamalıdır.


Heavy-****l müzik ve küfür sözlerinin aksettiği suyun kristal yapısı, yapılan deneylerde tamamen parçalanıp dağılarak eski kristal formları binlerce parçaya bölünüyor. Vücudumuzun %70 gibi büyük bir kısmı sudan oluşması gerçeği de, bizim, diğer insanların ve tabiatla olan münasebetlerimize dikkat etmemiz gerektiğini ortaya koyuyor. Vücudumuz ses ve titreşimler için harika bir iletkendir. Biz sadece kulaklarımızla değil, her bir hücremizle bu titreşimleri duyuyoruz. Her türlü karmaşa ve gürültü, bizi strese sokar, morlaimizi bozar ve ümitsizliğe sevk eder. Neticede bunlar bağışıklık sistemimizi zayıflatır. 90 desibelden daha yüksek frekanstaki sesler, strese ve işitme kaybına yol açmaktadır. Dr.Pierce J. HOWARD, çok yüksek titreşimli müziğin, alkol ve uyuşturucu gibi, şuura tesir edip bize uyuşukluk verdiğini, sonrasında bizde bağımlılık yaptığını belirtmektedir.
Support snowflake photography -- buy a Snowflake Book or visit the Snowflake Store!
How were these pictures taken? Check out Photographing Snow.


Deney tam olarak şu şekilde uygulanıyor:

- Su, cam şişeye alınır
- Kelimeler, resimler ve farklı türde müzikler suya bir süre uygulanır
- Su, 5cm çapında birçok deney kabına alınır
- -25 °C`de dondurulur
- 3 saat donmuş halde bekletildikten sonra ısınmasına izin verilir
- Mikroskopla gözlenir ve fotoğraflanır

Bu işlemler sonucunda elde edilen fotoğraflar gerçekten ilginç. "Teşekkür ederim", "seni seviyorum" gibi cümlelere maruz kalan suyun kristallerinde göze hoş görünen çeşitli simetrik yapılar oluştururken "senden nefret ediyorum", "seni öldüreceğim" gibi cümleler uygulanan suyun kristallerinde ise düzensiz bir yapı gözleniyor. Beethoven veya Bach dinletilen su ile heavy ****l müzik dinletilen su arasındaki fark da benzer şekilde. Resimler herşeyi anlatıyor.

Beni filmi izlerken en fazla etkileyen cümlelerden biri şuydu: "Eğer düşünceler suya bunu yapabiliyorsa kendi düşüncelerimizin bize neler yapabileceğini hayal edin".
Prof.Emoto suların herşeye tepki verdiğini keşfetmiş ve buna okadar kapılmışki web sitesinde Tüm sulara ''seni seviyorum teşekkürler''kampanyası başlatmış.
Bu kampanyayı ,suların ve herşeyin Yaratıcısına ve meleklere yönlendirmesini dilerdim.



merhaba benim kalbim dediğinde verdiği tepki


bu suyada mozart dinletimiş..


suya biz seni seviyoruz dediğinde oluşan kristal



suya biz sana teşekkür ediyoruz dediğimizde verdiği tepki


Tüm resmi görmek için tıklayın



Adolph Hitler



Mother Teresa


Dr. MASARU EMOTO ve SU KRİSTALLERİ MUCİZESİ


Su! Üzerinde yaşadığımız dünyanın büyük bir bölümü sudan oluşmuştur, aynen bizim bedenlerimiz gibi.

Ancak, öncü bir Japon araştırmacının su ile ilgili olan fotoğraflarla doküman haline getirilmiş şaşırtıcı keşfini öğrenene kadar biz su hakkında çok az şey biliyorduk. Bu keşif bize bilmediklerimizi öğretti ve üzerinde yaşadığımız dünyanın en kıymetli kaynağı ile ilgili olarak yeni bir şuur seviyesine ulaşmamızı sağladı.

Dr.Masaru Emoto 1943 yılında Japonya da doğdu uluslarası ilişkiler ağırlıklı olarak aldığı üniversite eğitiminden sonra ikinci bir üniversite eğitim aldı ve Alternatif Tıp Doktoru oldu. Su kristalleri fotoğraflarını ‘’Suyun Verdiği Mesajlar’’ isimli iki kitabında yayınladı ve bu kitaplar tüm dünyada 400 bin adet sattı.

Dr.Emoto’nun su araştırmasını bu kadar popüler kılan nokta ise onun bu araştırma ile ispat ettiği düşünce ve duyguların fizik realiteyi etkilediği gerçeğidir. Aynı yerden alınan su örneklerine yazılı ve sözlü kelimelerle veya müzikle değişik niyetler, düşünceler yönlendirildiği, odaklanıldığı zaman ‘’su kendi ifadesini değiştimektedir’’.

Temel olarak Dr.Emoto suyun ifadelerini yakalamayı başarmıştır. Geliştirdiği teknikte çok soğuk bir odanın içinde son derece güçlü bir mikroskop ve çok yüksek hızlı bir fotoğraf çekim şekli uygulamıştır. Bu teknikle henüz oluşmuş donmuş su kristallerini fotoğraflamıştır. Ancak, değişik bölgelerden alınmış su örneklerinin hepsi kristalize olamamaktadır. Örneğin, çok kirli nehirlerden alına su örnekleri sadece suyun içinde bulunduğu hali, durumuu gösterirler.

Dr.Masaru Emoto donmuş suda oluşan kristallerin kendilerine belirli düşünceler yoğun olarak yönlendirildiğinde değişiklik gösterdiğini keşfetmiştir (düşüncenin şekline göre su kristalleri değişiklik gösterir).

Yapılan deneyler sonucunda çok temiz kaynaklardan gelen su örneklerinin ve kendilerine sevgi dolu sözcükler söylenen su örneklerinin aynen kar tanelerinin modeline benzeyen çok parlak, yoğun motifli, simetrik ve çok renkli desenler oluşturdukları görülmüştür.

Buna karşılık çevre kirliliğinin çok olduğu bölgelerden gelen su örnekleri veya negativ düşüncelere maruz bırakılan su örnekleri ise koyu renkli, asimetrik ve tamamlanmamış motifler oluşturmuşlardır.

Bu araştırmanın ve keşiflerin sonuçları bizim üzerinde yaşadığımız dünyayı ve kendi sağlığımızı nasıl positiv olarak etkileyebileceğimizi göstermiş ve devrim niteliğinde şuursal bir farkındalık yaratmıştır.

Dünyanın her tarafından konferanslar vermek üzere davet edilen Dr.Emoto Japonya, Avrupa ve Amerika da canlı deneyler yapmış ve düşüncelerimizin, davranışlarımızın, duygularımızın çevre üzerinde ne kadar derin etkileri olduğunu göstermiştir.

Bu konu ile ilgili olarak Amerikan Holistik Tıp Derneği Başkanı ve aralarında ‘’Kutsal Şifacılık’’ isimli kitabı da olan 295 yayını olan Dr.Norman Shealy şu yorumu yapmıştır:

‘’Dünyanın yarısı sularla kaplıdır ve bizim vücudumuzun dörtte üçü de sudur. Su, bizim içinde yaşadığımız dördüncü boyutla ruhumuzun beşinci boyutu arasındai bağlantıyı temsil eder. Bundan evvel pek çok çalışma, şifacıların hidrojen birleştirmeleri veya suyun infrared ışınları emmesi ile ilgili gözle görünmeyen etkilerini meydan çıkartmıştır. Ancak, bu çalışmaların hiçbirisi Dr.Emoto nun zarif çalışması ile boy ölçüşemez. Düşünce ve güzelliğin etkisi bundan evvel bu kadar iyi bir şeklide hiç anlatılamamıştı.’’

Naturally Well mecmuasının editörü olan Marcus Laux ise şöyle bir yorum yapmıştır ‘’Galile, Newton ve Einstein gibi Dr. Emoto’nun net vizyonu bize hem kendimizi hemde evreni farklı bir şekilde algılamayı göstermiştir. Burada bilim ve ruh birleşerek bizim dünyayı algılayışımızla ilgili inkar edilemeyecek bir kuantum sıçraması yapmış, sağlığımızı kazanarak nasıl huzur yaratabileceğimizi göstermiştir.’’

Bütün bunlara ek olarak şimdilerde yeni bir çalışma yapan Dr.Emoto bunu Islam dünyasına hediye edeceğini bildirmiştir. Bu çalışmada Allah’ın 99 ismi su örneklerinin üzerine yazılmakta ve oluşturdukları su kristali fotoğraflanmaktadır. Buna örnek olarak ‘’Adl ve Muksit’’ isminin yazılmış olduğu suyun oluşturduğu kristalin resmi Dr.Emoto’nun web sayfasında yayınlanmaktadır.

Kaynaklar: Dr. Emoto web sayfası www.masaru-emoto.net/english/entop.html
www.whatthebleep.com

Dr. EMOTO ve HADO FELSEFESİ

www.hado.com’dan derlenmiştir

Araştırmacı Dr.Masaru Emoto Tokyo da bulunan Hado Enstitüsünün başkanıdır. ‘’Hado’’ fenomeni ile ilgili yazdığı pek çok kitap vardır. Japonca da bu kelimeyi meydana getiren iki hece ‘’dalga’’ ve ‘’hareket’’ anlamına gelmektedir.

Aşağıda ki tanım ise Dr.Emoto tarafından yapılmıştır ve suyun tabiatı ile ilgili olarak pek çok keşif yapmasına vesile olmuştur.

Dr. Emato ya göre Hado tüm maddede atomik seviyede görülen titreşim desenine verile isimdir ve bunun temeli de insan şuurudur.

Yıllar geçtikçe ve Dr. Emoto nun teorisi kabul gördükçe Hado anlayışıda bütün Japonya da yaygınlaştı. Öyle ki bu kelime günlük konuşma dilinin bir parçası oldu. ‘’Buranın hado su çok düşük haydi gelin buradan ayrılalım’’. ‘’Gelin çevremizin Hado sunu değiştirelim.’’ İşte bu tip konuşma şekilleri özellikle Emoto’nun devrim yaratan su kristalleri ile ilgili çektiği fotoğrafların yayınlanmasından sonra Japonya da çok yaygınlaşmıştır.

Ancak, resimleri sadece kristalize olmuş bir su molekülü olarak düşünmemek lazımdır. Dr.Emoto yu Hado fenomeninin öncüsü yapan şey onun DÜŞÜNCE VE DUYGULARIN FİZİK REALİTEYİ ETKİLEDİĞİNİ İSPAT ETMİŞ OLMASIDIR.

Yazılan ve söylenen kelimelerle değişik hado=titreşimler meydana getirmekte ve hatta müzik dinletildiği zaman da su ‘’ifadesini değiştirmektedir.’’

Örneğin insan şükran duygusunu ifade edince bu hemen suya yansımaktadır.

Bu konu ile ilgili sıkça sorulan sorulara ve cevaplarına aşağıda yer verdik:-

Soru: Su kristali bize ne anlatıyor?

Cevap: Su kristalleri meydana gelen titreşimlerin deseni ve görüntüleridir. Genelde positiv titreşimler güzel bir şekilde oluşmuş su kristalleri meydana getirirler ve kristalizasyon oranı negative titreşimlerin meydana getirdiklerinden daha fazladır.

Soru: Su kristalleri neden çeşitli kelimeler ve onların manalarına bağlı olarak değişiklik gösteriyorlar.?

Cevap: Bütün lisanlar tabiatın titreşimlerinden meydana gelir. Ebeveynlerimiz ve öğretmenlerimizden tarafından eğitildikten sonra biz tabiatın lisanını konuşmaya başlarız. Ancak, biz küçük yaşlarda onların konuştuğu lisanı nasıl öğrenebildik? Muazzam büyüklükteki tabiatın titreşimi bizi bu sorunun cevabına yönlendirebilir. Positive titreşimler güzel sözleri yarattı ve negativ titreşimler ise negativ kelimeler yarattı. Bu evrenin en temel prensibidir.

Soru: Şayet suya önce negative bir söz olan ‘’beni rahatsız ediyorsun’’ söylenip ardından tekrar ‘’Sevgiler ve teşekkürler’’ gibi bir ifade söylenirse su gene güzel kristaller oluşturabilirmi?

Cevap:Evet, oluşturabilir. Özellikle ‘’Sevgiler ve teşekkürler’’ gibi bir kelime yaptığımız araştırmalara göre en güzel su kristalini oluşturmuştur.

Soru: Hangi tip su insanlara en uygun olanıdır?

Cevap: Birlikte kendinizi en rahat hissettiğiniz su. Kendinizi su ile yanyana koymaya çalışın. Öyle ki, biz su çeşitleriniz arasından seçim yapabilir ve kendimize en uygun olanını bulabiliriz. Suyu aynen bir erkeği veya kadını sevdiğimiz gibi sevmeliyiz.

Soru: ‘’Suyun verdiği Mesajlar’’ isimli kitabınızda delillerle sabit olan bir fotğraf kolleksiyonu var. Bundan da şu sonuca varabiliriz; hayvanlar, bitkiler, insanlar, organik veya inorganik herşey, kısacası tüm varlık birbirleri ile olan ilişkilerinde muhteşem bir ahenk içindedirler. Diğer taraftan inanıyorumki aynı deneyi tekrar tekrar yapmakta sonuçların aynı veya farklı olup olmadığını görmek açısından büyük fayda var.

Cevap: Evrenin sürekli bir akış içinde olduğu söyleniyor. Bu dakika bir sonraki dakikada burada olamaz. Bu bağlamda su kristalleri de aynı sonucu vereceklerdir, ancak deney yapılan ortam aynı kalırsa beklediğimiz gibi aynı sonuçları alırız. Bu yüzden kelime deneyleri için el yazısı değilde basılmış harfler kullanıyoruz. Tabii daha kapsamlı bir görüş bildirmek için daha fazla deney yapmamız gerekiyor.

Soru: şayet DNA ve insan dokusunun ve virüslerin kelimelere reaksiyon verdiğini bilseydik bunu tedavi amaçlı kullanabilirmiydik?

Cevap: İnsan bedenin yapısı 42 octavdan meydana gelmiştir ve bu frekanslarla ifade edilebilir. Bu da demektirki hem bakteriler hem de mitokondri bu skalada yer alırlar. Şayet, biz, bunlara denk gelen uygun frekansları yayabilirsek o zaman bir iletişim imkanı doğabilir. Zaten şimdi de pek çok insan alternatif tıp uygulamalrı yapıyor, ama bu teori hakkında bilgileri yok. Zaten DNA ve virüslerin yüksek frekans seviyelerinde yer aldığını gördüğümüze göre bu konuda önemli olan şuurumuzu nasıl yönlendireceğimizdir frekansları konuşmaktansa.

Soru: Su da benlik veya rahatsızlık duygusu varmıdır?

Cevap: Sonuç olarak su da benlik veya rahatsızlık yoktur. Ancak, suyun misyonu bizim düşüncelerimizi veya önlerindeki herhangi birşeyi taşımak ve çok boyutlu bir nakliyeci olarak davranmaktır. Su, sürekli olarak verilen bilgileri kopyalar. Su kristali fotoğrafına baktığımızda ilk etapta suyun şuurlu olduğunu düşünürüz. Bu durumda su, projeksiyon yapan bir yansıtıcı ve ayna görevini yapan tek şeydir.

www.hado.com’dan derlenmiştir

İstanbul -09.09.2006
http://sufizmveinsan.com